11 Mart 2008 Salı

KABUL EDİLMEYEN DUALARIMIZDAN...

“Hesap gününde Allah, insana kendisinin bile bilmediği, işlemediği, hatırlamadığı eylemlerden dolayı sevaplar yazarmış. İnsanlar şaşırır ve “Allah’ım ben bunu bilmiyorum, ben bu iyiliği yapmadım” dermiş. Allah’ da buyururmuş ki; ” Bu kulumun benden dünyada istediği ama o dünyadayken benim kabul etmediğim dualarıdır. Onların karşılığını şimdi veriyorum.”

Hadisi Şerif diye dinlediğim ama sıhhati konusunda bilgiye sahip olmadığım bu metni yazarken dışarıda sala okunuyor. Ve bu sala bana Irak’ın bombalandığı gece televizyon ekranlarında izlediğim - dinlediğim, cami minarelerinden yükselen salayı hatırlatıyor.

91 yılıydı yanılmıyorsam. Daha 17 yaşındaydım... Lisedeydim... Solcuydum... Geceyi Aşkın’larda geçirecektim. Günlerdir ABD’nin Irak’ı işgal edeceği söyleniyor, konuşuluyordu. Hiç savaş yaşamamıştım. Hiç görmemiştim... Ve öyle uzak geliyordu ki.

Her Pazar izlediğim western filmlerinde beyazları tutuyordum. Beyazlar iyi adamlardı, Kızılderililer kötü. Savaş olmayacak diyordum, Amerika blöf yapıyor. İddiaya bile girmiştim bunun için...

Saat gece yarısını geçiyordu. Dayım hışımla daldı odaya. “Amerika Irak’a saldırmış“ dedi. Ajanstan dinlemiş. İmam Hatip’liydi dayım. Ama İmam Hatip’in sadece kapısından girmişti. “Ne Arap’ın yüzü, ne Şam’ın şekeriydi“ onun için. “Araplar da pisti“ zaten. Kapıdaki köpeğin adı da, “Arap“tı.

İlk o gün nefret ettim Amerika’dan ve Amerikalılardan. Ve belki ilk o gün nefret ettim dayımdan. CNN canlı yayınlıyordu savaşı, yıkılan binalar, kaçışan insanlar.. ve Amerikan saldırısını, spor müsabakası anlatır gibi anlatan, her isabetli atışta heyecanlanıp, kaçan atışlarda üzülerek yenisini bekleyen CNN sunucuları...

O günden sonra Amerika’nın neyi varsa boykot ettim. Kotunu giymedim, sigarasını içmedim. Fastfood’larının yanından geçmekten başka suçum olmadı. Kolasının tadına bakmadı sindirim organlarım...

Aradan zaman geçti… Uzun zaman... Hiç sağcı olmamıştım ama artık solcu da değildim. 2000’lerdeydik. Yine savaş konuşuluyordu, yine Amerika, yine Irak. Amerika özgürlük getirecekti Irak’a, Amerika demokrasi getirecekti Iraklılara.

Kürtler, Araplar, yaramaz Sünniler, itaatsiz Şiiler kurtarılacaktı. Senaryo aynıydı ama başroller değişmişti. Artık “Başkan Bush” demiyorduk, “Başkan W. Bush” diyorduk sömürge ağzıyla. Yerli basın kraldan çok kralcı tavrıyla, Saddam’ın nükleer gücünden, Amerika’nın korkulu rüyası! Devrim Muhafızlarından bahsediyordu. 90’da baba Bush Irak’ı sarsmış, ama yıkamamıştı. O gün Bağdat’a yürünse idi bugün Irak’a saldırılmayacaktı!

Unutulanlar vardı oysa... Unutmayanlar da...

Hatırlanmaması için ellerinden geleni yaptılar köşe yazı-larında. İran - Irak savaşında kullanılan kimyasal silahlar ABD, Fransa ve İngiltere tarafından sağlanmıştı Irak’a... Soğuk savaş şartları bunu gerektirmişti!

Ve o sâlâ! Bombalardan daha çok acıtıyordu, bombalardan daha çok batıyordu bağrımıza.Saddam Kürtler’e, kimyasal silahlarla saldırırken Halepçe’de, bu silahların sahipleri göz yummuşlardı olanlara. Saddam, var olduğu iddia edilen ama bir turlu bulunamayan kimyasal, biyolojik ve nükleer silahlar üzerinde çalışıyor, yeni silahlarını Kürtler ve Şiiler üzerinde deniyordu. Uzun menzilli füzeler üretmişti. Öyle ki; İstanbul’u bile vurabilirdi! Amerika’nın bulvar gazetelerinde bile rastlanmayan bayağılıklar, Amerikan dışişlerinin bile kullanmadığı yalan argümanlar, gazetecilik adına yayımlanıyordu gazetelerde...

Oysa öteki Irak’ta Körfez Savaşı’ndan bu yana bir milyon çocuk ilaç ve gıda yetersizliği nedeniyle ölmüştü. Irak’ın petrolleri BM denetimindeydi. Ancak gıda karşılığı petrol satabiliyor, buna da son bir kaç yıldır izin veriliyordu. Her fırsatta uluslararası kuruluşlar denetim ve gözetim için Irak’taydı. Saddam ise Türkiye ve Kuzey Kore gibi ilkel komünist ülkelerde olduğu gibi kurtuluş günlerin-de, zafer bayramlarında, öğrencilerin ve memurlarının zoraki alkışları altında güç gösterisi yapıyordu stadyumlarda, Bağdat’ın caddelerinde...

Aradan uzun zaman geçmişti...

Bir akşamüzeriydi. Ve Amerikan uçaklarının Bağdat’ı bombalayışının görüntüleri akıyordu televizyon ekranla-rında. Film seyreder gibi seyretti insanlık, bir rambo fil-mini izler gibi. Taş taş üstünde kalmayıncaya kadar bombalandı Irak. Ve o sala! Bombalardan daha çok acıtıyordu, bombalardan daha çok batıyordu bağrımıza.
İngiltere de bir milyon kişi toplanırken alanlara, Türkiye’de on bin kişi...Daha işgalden çok önce tasarlanmış ol-malıydı proje. Dün-yanın her yerinden tepkiler yükselecekti. Ama en önemlisi işgalin yanı başında farklı seslerin yükselmemesiydi. Ancak bir halk kahramanının yönetiminde, ancak bir kurtarıcının başbakanlığında susturulurdu geniş halk kitleleri...

Ağızlarına bir parmak başörtüsü sosu çalmaya görün, nasılda inerdi yelkenleri. İngiltere de bir milyon kişi top-lanırken alanlara, Türkiye’de on bin kişi... Irak’a saldır-mayı düşünenler Türkiye’den tepki gelmesin diye önlem-lerini almışlardı, bir seçim önce. Sadece bu iktidar döne-minde insanlar çekilebilirdi kabuklarına, sadece bu ikti-dar zamanında tepkilerini, özlemlerini askıya alabilirdi Türkiye...
Bir rüyaydı yaşanan ...
Bir sihirli el dokunacak ve uyanacaktık bu kabustan. Ama öyle olmadı...
Uyandığımda elimde taşıdığım pankartta “savaşa hayır!” “Cephane bizden değil!” yazıyordu.
...
Ve geri dönüp baktığımda,
Aklımda neler kalmış diye...
Bir başbakan kalıyor hafızalarda. Azarlıyor arkadaşlarını, tezkere geçmemiş...!
Bir basın, nüksetmiş eski hastalıkları...
Bir halk, inkar etmiş tüm kutsallarını...
Yalan... Ve yalan durmadan dimağlarımıza akıtılan...
Sadece ve sadece...
Ve sıkılı yumruklar...
Ve dimdik hepimizin başları...

Üstün Bol

Hiç yorum yok:

tagore