16 Mart 2010 Salı

Sevgili Cindy ve Sevgili Craig





Sevgili Cindy ve Craig,
Bugün 16 Mart Salı. Birkaç haftadır zihnim yoğun şekilde Rachel’le meşgul.
Siz dünyanın bir ucundasınız ve ben dünyanın diğer ucundayım.
Ve hiç tanımadığım, hiç görmediğim, hafızamda silik birkaç kare fotoğraftan ve kısa televizyon görüntüsünden ibaret olan bir anne babaya mektup yazıyorum.
Bunu yaparken altı yaşındaki kızım elime ayağıma dolanıyor. “Baba ne zaman bilgisayarı bana vereceksin” diyor. Çizgi film seyredecekmiş.
Her şey Rachel’i hatırlatıyor Cindy. O da anne babasına sorar mıydı, bilgisayarı ne zaman alabileceğini?
Ben yaramaz bir çocuktum Craig.
Ordu’nun bir köyünde doğmuşum. Fındık bahçelerimiz vardı, hala da var. Fındık bahçelerinde çalışırken “girebi” (baltadan küçük ama keskin bir alet) ile dizimi, bacaklarımı yaralamışımdır çoğu kez.
Balık tutarken evimizin hemen aşağısındaki derede, çıplak ayaklarımı taşlar, paslanmış tenekeler kesmiştir.
Okul çıkışı yamaç aşağı koşarken kollarım, dizlerim, yüzüm gözüm kan revan içinde kalmıştır.
Ve tüm bunların sonunda ağlaya ağlaya eve döndüğümde annemin çığlıkları vücudumdaki yaralardan daha çok acıtmıştır canımı!
İşte o yüzden ve ondan sonra nerem yaralanırsa yaralansın, gizlemişimdir yaralarımı…
Taki acı dayanılmaz bir hale gelinceye kadar.
Rachel’in size yazdığı mektupları okurken düştü aklıma bu düşünceler.
Oda gizlemiş midir, üzülmeyesiniz diye başından geçenleri.
Ben otuz altı yaşımdayım Cindy…
Ve benim annem hala nereye gideceğime, ne yapacağıma karışır.
Benim için korktuğunda bir yandan kızgınlıkla bağırırken, diğer yandan hüngür hüngür ağlar mesela.
Doğru olanı yapmakla, anacığımı üzmek arasında gider gelir ruhum. Ama doğru olanı yapmayı tercih ederim. Annemin üzülmesi pahasına…
Bizim buralarda başkası için bir şeyler yapmak akıllıca karşılanmaz Craig.
Her koyun kendi bacağından asılır buralarda. O yüzden anlayamazlar Rachel’in neden öldüğünü.
O yüzden bilemezler Cindy ve Craig olmanın ne anlama geldiğini…
Bizim buralarda cenaze evine konu komşu birkaç kap yemek götürür Cindy.
Düşünülür ki ev halkının yemek yapacak vakti yoktur.
Uzaklardan gelecek yakınları vardır. Ve elbette kendileri yemek düşünecek durumda değillerdir.
Herkes birkaç kap yemek getirir ki, hem misafirler aç kalmasın, hem de ev ahalisinin boğazından birkaç lokma bir şeyler geçsin.
Rachel’in öldüğünü duyduğum an düşünmüştüm bunu.
Elime sefer taslarını alıp gözyaşları içinde kapınızı çalıp ben “Türkiye’den komşunuzum ve Rachel, benim kardeşimdi” deyip acılarınıza ortak olmayı istemiştim.
Hiç olmayacağını bilsem de yedi yıl sonra bile, hala aynı ruh hali içindeyim. Ve belki kim bilir, bir gün kapınızı çalar, gecikmişte olsa birkaç kap yemek getiririm size.
Bizim buralarda büyüklerin elini öpmek, bir saygı ifadesidir Cindy.
Bayramlarda, düğünlerde, cenazelerde…
Büyüklerin elleri öpülür. Belki anlamayacaksınız bu duyguyu, Ortadoğululuk deyip geçin önemli değil…
Ama adettir işte.
Rachel’in ilkokulda fakir çocuklar için yaptığı konuşmayı izledikten sonra ellerinizi öpme ihtiyacı hissetmiştim ilk kez.
Şartlar bunu da mümkün kılmadığına göre, varsayın ki bu mektup elinize geçtiğinde Türkiye’den bir evladınız her ikinizin de ellerini öpüp alnına götürüyor.
Sizde öperseniz benim yanaklarımdan nasıl sevinirim anlatamam.
Bizim buralarda, biz ölülerimizi Allah’a uğurlarken. O’na tanrıdan rahmet dileriz. Dileriz ki Allah merhametiyle muamele etsin.
Dileriz ki Allah günahlarını affetsin. Dileriz ki bizleri öldüğümüzde cennetinde buluştursun.
Dilerim ki, Rachel’e Allah rahmet eylesin Cindy, dilerim ki Allah O’na merhamet etsin Craig.
Ve dilerim ki Rachel’i bizlerle Cennetinde buluştursun.





Dear Cindy and Craig,
Today is 16th of March, Tuesday. My mind is very busy with Rachel for a couple of weeks.
You are living in the far end of the world and I am living in another far end of the world.
And now, I am writing this letter to a mother and father whom I have never met or seen before, and to whom I can only imagine by a few hardly visible pictures and a very short television image.
When I am doing this, my six years old daughter is hurrying and asking me: “Dad, when will you leave the PC to me?”. She wants to watch a cartoon on the PC.
Everything reminds me of Rachel, Cindy. Did she used to ask her mother and father when they will leave the PC to her?
I was a naughty child, Craig.
I was born in a village, in Ordu. We used to have hazelnut gardens, which we still have. When I was working at those gardens, I had repeatedly wounded myself with “girebi”, which is a tiny gadget smaller than axe.
When I was fishing in the brook close to our house, stones and rusted tins had cut off my naked foots.
After school, when I was running down the slope of the hill, my face , arms, knees were all getting injured.
And after all those things, when I arrive home crying, my mother’s screams have always hurt me more than my wounds.
So, for this reason, whenever I get injured and no matter how much I get injured, I started to hide my wounds.
Till the pain becomes unsufferable.
All those things appeared on my mind while I was reading Rachel’s letters to you.
I wonder if Rachel did also hide the things she faced with, in a manner to not to hurt you.
I am thirtysix years old Cindy..
And my mother still tries to manage where I go, what I do.
For instance, when she worries for me, she shouts in anger or she wails loudly.
My spirit gets confused between doing the right thing and afflicting my mother. However I prefer to do what is right. Even it makes my mum upset..
Here, around us, doing something for others is not treated as reasonable.
Every sheep is hanged up its own leg. So they can not understand why Rachel died.
So they can not know what it means to be Cindy and Craig..
Here, around us, when somebody dies , their neighbours take some dishes of food to the funeral house.
It is thought that people in this house have no time to cook.
They would have some relatives to come from far away. And of course they are not in the condition to think about theirselves or cooking.
Everybody brings some dishes of food so that both the guests and members of the house can eat some bite.
I have thought this when I heard about Rachel’s death.
I had wanted to take some food with me, and knock your door in tears, tell you that “I am your neighbour from Turkey and Rachel.. She was my sister” and share your pain.
Although I know it will never be able to happen, I am still in the same mood, even after seven years. And who knows, maybe one day I may knock your door and bring some food to you, even I have been a bit late.
Here, around us, people kiss others’ hands to show their respect.
In festivals, in weddings and in funerals..
People kiss hands of elders. Maybe you won’t understand the manner in that tradition, but you may just think of it as a middle eastern attitude.
But this is custom you see.
The first time I had wanted to kiss both of your’s hands were when I watched Rachel’s speech in primary school for poor children.
As this was also not possible to happen, please when you receive this letter, assume that a son of you living in Turkey kisses both of your’s hands and puts them on his forehad with respect.
And if you kiss my cheekes, I can not explain how much I would be happy.
Here, around us, when we say farewell to our deaths while we send them to God, we wish God’s mercy and grace to be with them. We pray God to treat them with its grace and mercy.
We pray God for forgiving their sins. And we pray God for bringing us together in his heaven.
Dear Cindy, I wish God’s mercy and grace to be with Rachel. And Dear Craig, I wish God treat her with its grace and pity.
And I wish God will bring Rachel and us together in his heaven.

1 Mart 2010 Pazartesi

1000 YIL UTANACAKSINIZ!




Siyasal iktidar düşürüldü. 8 Yıllık kesintisiz eğitime geçilerek İHL'lerin orta kesimleri kapatıldı. İmam Hatip Liselilerin üniversitelere girişleri imkansızlaştırıldı. Üniversitelerde, kamu kurum ve kuruluşlarında ve hatta özel sektörde başörtüsü yasaklandı. Üniversitelerde ikna odaları kuruldu.

En faşist üniversite hocaları, ikna odalarının mucitleri ödüllendirilerek milletvekili yapıldı. Başörtülü personelin işine son verildi, başörtülü personel işe alınmadı. Kur'an kursları kapatıldı. Tarak, mendil ve gümüş yüzük kontrolleri yapıldı.

Devlet memurları fişlendi, işten atıldı, tasfiye edildi. Askeri personelin aile fotoğrafları, aile fertlerinin alkol kullanıp kullanmadığı ve hatta dans edip etmedikleri rapor edildi. Bu raporlara ilişkin önce disiplin soruşturmaları açılıp, ardından YAŞ kararlarıyla askeri personel işten çıkarıldı. Askeri personelin görevden atılmasından sonra hiçbir kamu kurumunda çalışmaması ve işe alınmaması için gizli yazışmalar yapıldı. Bunun için Yerel yönetimlere baskılar uygulandı ve tehdit edildi.

Refah Partisi kapatıldı. Parti yöneticileri, parti üyeleri yargılandı, siyaset yapmaları engellendi. Partinin genel başkanı siyaseten yasaklandı. Vakıflar ve derneklere baskınlar yapıldı, bazı dernek ve vakıflar emir komuta zinciri içerisinde kapatıldı. Kimileri çalışamaz hale getirildi.

Sermaye sınıflara ayrılarak bir kesim yok edilmeye çalışıldı, yok olmak istemeyenler darbe sahiplerine rüşvet vermeye zorlandı. Yüzlerce insan gözaltına alındı, onurları zedelendi, aile mahremiyetleri ve saygınlıkları çiğnendi. Yüzlercesi sistematik işkenceden geçirildi. İşlemedikleri suçlar işlemişler gibi itiraf ettirildi, hukuksuz yargılamalar gerçekleştirildi.

Gazeteciler, sendikacılar, hatta şarkıcılar ve türkücüler genelkurmay karargahına götürüldü, tezgahtan geçirildiler. Ne söylemeleri gerektiği ezberletildi. Psikolojik harp çalıştırıldılar.

Dönemin tek başı örtülü milletvekili Merve Kavakçı linç edilmeye çalışıldı. Çocuklarına okulda, mahallede, sokakta çirkin yaratıklar tarafından saldırılar düzenlendi. Dönemin savcıları bir milletvekilinin evini gece yarısı basmaya kalktılar.

İmam hatip okullarını kapatmak pahasına bütün meslek lisesi öğrencileri feda edildi. Kamu ihaleleri en fazla yüzde verene peşkeş çekildi, bankaların içi boşaltıldı. Bütün bunlar ve burada yazılmayan daha niceleri bundan tam 13yıl önce bu ülkede yaşandı. Bütün bunlar bu ülkeyi kendisinin çiftliği sanan bir avuç üst düzey askeri / sivil memurun talimatıyla yapıldı.

Eski darbelerden farklı olarak tek bir kurşun bile atılmadı bu darbede. Bu darbeyi gerçekleştirmek için radyo evleri basılmadı. Tok sesli kadrolu darbe tellalları “Yinede şahlanıyor aman, kolbaşının yandım da kır atı” diye gürlemedi ajanslardan. Bu kez radyo ve televizyonlar kendi rızalarıyla açtılar kapılarını.

Sermaye gurupları rakiplerini saf dışı edebilmek, pastadan aldıkları payı artırabilmek için hazır olda bekliyorlardı. Darbelerden en çok muzdarip olduğunu iddia eden sözüm ona solcu sendikalar ve sendikacılar en iyi bot yalama yarışındaydılar. İstibdat yönetiminden dert yanan medya patronları karargahtan “görülmüştür” onayı almadan basmadılar gazetelerini.

Bütün bunlar bu ülkede çok değil on üç yıl önce yaşandı.

28 Şubat’ın 1000 yıl süreceğini iddia eden dönemin Genelkurmay Başkanına Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel elindeki fötr şapkayla işte çağdaş Türkiye bu diye karşılık veriyordu.

Hayatında ilk kez opera izlerken, üstelik operanın yarısını uyuklayarak geçirmişken izleyemediği operadan çağdaş Türkiye devşiren bir cumhurbaşkanı vardı bu ülkenin.

Ve aradan 13 yıl geçti. 1000 Yıl süreceği iddia edilen bir süreç 13 yılda sona erdi.

Bizler 28 Şubat darbesinde emeği olan herkese, başta Süleyman Demirel olmak üzere bütün askeri ve sivil memurlara 1000 yıldan arta kalan 987 yıl boyunca utanç dolu bir yaşam diliyoruz.

Hayatlarını kaybettikten sonra da isimlerinin darbeci olarak anılması için elimizden geleni yapacağımıza, isimlerinin tarihin karanlık sayfalarında yer almasına özen göstereceğimize, bizden sonraki nesillerin bu isimleri hakkettikleri gibi anması için gayret edeceğimize söz veriyoruz.

27 Mayıs’tan bu güne ne kadar darbe yapılmışsa, bütün sorumlularının yargılanmasını, cezalandırılmasını, 28 Şubat’ta en çok payı bulunan Süleyman Demirel ve dönemin askeri ve sivil bürokratlarının yargılanmasını istiyoruz.

Olan oldu. Ve şimdi o dönemin bütün ihtişamlı paşaları, emir erleri, bürokratları, piyonları, tetikçileri, ispiyoncuları birkaç kişi hariç Silivri’deler. Hala dışarıda olan ve fakat sırasını bekleyenlerinde bir an önce yargılanmasını, olanın olduğuyla kalmamasını istiyoruz.

28 Şubat’ta işinden kovulan, okulundan atılan, başını açmak zorunda bırakılan, fişlenen, işkence gören, aşağılanan, rencide edilen onbin’lerce kişi adına darbecilere hakkımızı helal etmiyoruz. Utanç dolu bir yaşam diliyoruz.

Üstün BOL
MAZLUMDER Ankara Şube Başkanı

tagore