12 Nisan 2010 Pazartesi

KIRIK GÖZLÜK KOLEKSİYONU




Önceki gece haber kanallarında izledim. Polis teşkilatının kuruluşunun 165. Yıldönümü nedeniyle bir resepsiyon verilmiş.

Devlet erkânı tam tekmil katılmış. Başbakanından, Milli Savunma Bakanına, İçişleri Bakanından, Milletvekillerine kimi arasanız orada!

Devletin kendi içindeki pornografik bir yapısı var. Bu pornografi kimi kurumlarda daha bir öne çıkıyor. Şüphesiz bu pornografide başı genelkurmay çekiyor, hemen ardındansa bir boy farkıyla polis teşkilatı geliyor.

Her nedense kimi kurumların söyledikleri, doğruda olsa havanda su döverken kimi kurumların bomboş sözleri krize neden olabiliyor.

Her neyse, mesele bu değil.

Devlet erkânının sıradan bir resepsiyona bu kadar kalabalık katılmasını anlamakta güçlük çekiyorum. Zira herhangi bir devlet kurumu olmaktan başka fonksiyonu olmayan bir kuruma bunca önem atfedilmesi bir arızaya işaret ediyor.

Siz hiç Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nün bilmem kaçıncı kuruluş resepsiyonuna kabinenin tam tekmil katıldığını gördünüz mü?

İşin bir garip yanı da redd-i miras kültürüyle yoğrulmuş bir yapılanmanın, geçmişini toptan kara ve kötü kabul eden bir geleneğin her nedense polis teşkilatının kuruluşunu cumhuriyetle değilde daha öncesiyle irtibatlandırması. Buda garip değil mi sizce?

Her şeyin miladını cumhuriyet kabul eden bir algı neden polis teşkilatının kuruluşunun 165. Yıldönümünü kutlar ki…

Geçelim, bu da konumuz değil…

Beşir ATALAY İçişleri Bakanımız.

Daha dün gibi hatırlarım bakanlık koltuğunu devralışını. Selefini düşününce içimin nasıl ısındığını, nasıl umutlandığımı unutmam mümkün değil.

Sayın Bakanın ilk icraatlarından biri işkenceye sıfır tolerans genelgesi idi. Sonra toplumun farklı kesimleriyle devletin barışma projeleri geldi. Kürtlerle, Alevilerle, Çingenelerle…

Müslümanlarla barışmak unutulmuştu ama olsun, sıra ona da gelirdi nasılsa.
Birkaç hafta önce Ankara’da garip bir işkence ve kötü muamele vakası geldi önümüze.

Anlatılanlara göre park halindeyken stop lambasının kırıldığını fark eden bir yurttaşımız masraflarını sigorta şirketine karşılatabilmek için polis otosu çağırır.
Polisler binbir nazla indikleri araçtan “Ya kendin kırmışsan Ya sana çarpmamışlarsa”, “Sana niye inanalım”, “Zaten akşama kadar bunalmışız, bizi bunun için mi çağırdın” gibi cümlelerle başlamışlar söze.

“Dedektif misiniz, polis mi?, tutanak tutacak mısınız, tutmayacak mısınız” diye karşılık alınca da olanlar olmuş.

“Sen ne diyorsun Ulan”la başlayan, sokak ortasında tekme tokat dövülerek süren, o sırada çağırılan birkaç ekip otosuyla dozajı artan, kelepçeyle, dayakla devam eden bir kötü muamele.

Buda yetmemiş kardeşinin dövülmesine engel olmaya çalışan engellilere kadar uzanmış şiddetin dozajı.

Bu kadar da değil karakolda polis arkadaşlarına direnen “bahtsız bedevi”yi tokatlayan, iteleyen ve döven başka polisler. “Akıllandın mı Ulan!”lar.

Avukatın adli tabibe götürülme taleplerini uzun zaman erteleyen ve ancak 3 saat sonra kerhen adli tabibe götürülen vatandaşa darp izleri bulunduğu, kaşının açıldığı, vücudunda ezilmeler olduğuna dair rapor verilmiş.

İşin garip yanı saatlerce karakol bahçesinde kardeşini almak için bekleyen yakınlarına polisin: “Biz burada yumuşak davranırsak bunlarla baş edemeyiz. Bugüne kadar bir sürü insana yaptık bunu, ilk kez siz itiraz ediyorsunuz” demesi…

Daha sonra olay savcılığa intikal etmiş, polis memurları kendisini müdafaa eden şahıs hakkında şikayette bulunmuşlar, savcılık soruşturma başlatmış vesaire…

Elbette karşı tarafta polisler hakkında suç duyurusunda bulunmuş ve mahkemeye vermiş.
İşin bir başka ilginç yanı ise, polis memurlarının karakolda tuttukları tutanakta şahsın kendilerine saldırdığı ve bir polis memurunun bilmem ne marka gözlüğünü kırdığı şeklinde tutanak düzenlemesi.

Bu ilginç çünkü neredeyse her polis memurunun cebinde bir kırık gözlük bulunuyor. Ne zaman polis şiddetine dirense birisi, hemen polisin gözlüğünün kırıldığına dair bir tutanak çıkıyor ortaya.

İnanmayan en yakın mahkemeye gidip bu tür davalara ilişkin herhangi bir dosyaya bakabilir.
Neredeyse tıpatıp düzenlenmiş, aynı ağızdan dökülmüş cümleler...

Avukatlarda zaten şikayet dosyasında önce bu tutanağa bakar. Ve bulamazsa “Unutmuşlar herhalde” deyip gülümser.

Aslında bu kadar çok kırık gözlük olması polis teşkilatının ambarlarını/ambarcısını zan altında bırakıyor!

Ve belki de Türkiye’deki kırık gözlük stoklarını ortaya çıkarmak, mevcut işkence sayısı hakkında bilgi vereceği gibi gelecekte yapılması muhtemel işkencelerinde sayısını tespitte işe yarayabilir.

Ve unutmadan, işkence vakasına karışan polis memurlarını uzun bir yargısal süreç bekliyor. Çünkü iç hukuk yollarıyla haklarını alamazlarsa, bu dava Avrupa insan hakları mahkemesine kadar gidecek. Polis arkadaşlar kendilerine iyi bir avukat tutarsa iyi ederler.

Ve bu kadar meselenin Sayın Atalay’ı ilgilendiren yanı…
Bu olay mahalle sakinlerinin gözleri önünde yaşandıktan sonra, ertesi gün bir polis otosu mahalleye nezaket(?) ziyaretinde bulunmuş.

“Siz burada esnafsınız, bizde bu bölgenin polisiyiz. Biz her zaman karşılaşırız”, anlarsınızya demişler. O saatten sonra da mahalledeki şahit sayısı birden azalmış, olayı görenler bir şey hatırlayamadıklarını fark etmişler…

Sayın İçişleri Bakanımızın bu konuyla ilgili soruşturma başlatacağına, zanlı polislerin davayı etkilemeye yönelik çalışmaları nedeniyle görev yerlerinin değiştirileceğine ve şahitlerin baskı altına alınmasına engel olunacağına inanmak istiyoruz.

Bu konuya ilişkin başvurular hem bizzat Bakanımıza hem İçişleri Bakanlığına hem Emniyet Genel Müdürlüğüne ulaştırıldı. Takipçisiyiz.

Bir de şu kırık gözlük koleksiyonunu meselemiz var…
Bugün yarın köprü altlarına bırakılmış kırık gözlükler bulunursa şaşırmayın!

tagore