25 Eylül 2010 Cumartesi

Eğitim Bakanı'na Açık Mektup

Size bağlı kurumlarla kötü ilişkilerim eskiye dayanır Sayın Bakan.

Tören sırasında elimi arkamda tutuğum için bir faşist görevlinizden ağır sözler işitmiştim vaktiyle.

Çalışanlarınız o kadar faşistti ki evde TV açılışlarında veya kapanışlarında istiklal marşı okunurken gayri ihtiyari ayağa kalkar, sonra sağıma soluma bakıp kimse yoksa öyle otururdum.

Dört yıl önce MAZLUMDER genel başkanına bir panelde “Ben çocuğuma üniforma giydirmeyeceğim” demiştim de bunu söylerken olabileceklerden ben bile korkuyordum.

Çok şükür kara önlüklerden kurtuldu çocuklar ama bu sefer hazır giyim sanayinin tekellerine kurban edildiler.

Lisedeyken parasız yatılı okuyan arkadaşlarım vardı. Bizim her gün defalarca yapabildiğimiz şeylerden dolayı dayak yemiş olarak gelirlerdi Pazartesi okula.

O zaman dayak hafta sonları atılırdı, mümkünse cumartesileri.

Pazartesiye izi kalmasın diye. Şimdi düşününce parasız yatılı arkadaşların davranışlarını hatırlayınca neredeyse öğrenim hayatım boyunca tanıdığım bütün parasız yatılıların psikolojik sorunlu olduğunu kavrıyorum, sizce niye?

Diyeceksiniz ki eski bakanların kara kaplı defterlerini de mi bana yüklüyorsun. Devlette devamlılık esas değil midir Sayın Bakan? Ha siz, ha ötekiler ne fark eder?

Köprünün altından çok sular aktı. Ve bugün bir baba olarak buradayım. Sizin okullarınıza hiçte istemeyerek çocuğunu gönderen bir baba…

Okullarınızda maşallah adalet diz boyu!. Hiçbir öğrencinin, hiçbir velinin öğretmen seçmesine veya öğretmenlerin öğrenci seçmesine izin vermiyor okul yönetimleriniz.

“Her şey kura ile belirlenecek, hiç kimsenin hakkı yenmeyecek” diye konuşuyor okul müdürleriniz. Gerçekten de öyle oluyor. Kura çekiyor listedeki herkes.

Neredeyse her şeyin adil olacağına ben bile inanacak oluyorum.

Neyse sonra öğreniyoruz ki listede olmayan ve kuraya girmeyen öğrenciler var. Onlar doğrudan öğretmenlerine atanmışlar. Hani bir terslik olur kurada diye…

Önlem olarakda ya kayıtları kuradan sonra yapılmış kimi öğrencilerin, ya böylesi bir önleme bile gerek duyulmamış.

Allah’ıma bin şükür böyle olmasaydı nasıl bir hayal kırıklığı yaşardım anlatamam!

Şimdi sizin adaletli müdürünüz ortalıklarda dolaşıyor ve ben en müsait fırsatta birkaç çift söz edebilmek, yerin dibine sokup çıkarabilmek için etrafında dolanıyorum. Hem de takım arkadaşlarının yanında.

Kayıt sırasında para istemediler benden. Aslında buna üzüldüm çünkü para lafı geçer geçmez savcılığa verilecek bir dilekçe hayalleri kuruyordum, ne çok eğlenecektim olmadı.

Ama onun yerine okul aile birliklerinde tırtıklayalım bunları diye düşünmüş memurlarınız.

Ben de öyle tahmin etmiştim zaten. Veli toplantısını dört gözle bekliyordum. Yine şaşırtmadı sizinkiler çok şükür.

Ama arkanızdan konuşan çok personeliniz var haberiniz olsun. “Bakmayın siz Bakanlığın söylediklerine” diyor müdür yardımcılarınız.

“Onlarda biliyor okulda bu işlerin nasıl yürüdüğünü. Kamera önlerinde konuşmak başka, okulun yakacak giderlerini, temizlik giderlerini karşılamak başka”

“Yakacak için, temizlik için ödenek vermiyor Bakanlık. Yazılarımız aylarca bekletiliyor sonrada olumsuz yanıt ile geri dönüyor.”

“Bu çocuklar sizin isterseniz soğukta okutun, pis sınıflarda ders yapsınlar. Ya katkıda bulunacaksınız okula, ya da üzgünüz yapabileceğimiz bir şey yok!”

İnanın gözlerim yaşardı. Bu yöneticiler gerçekten tecrübeli bu işlerde.

Aslında bakanlığınıza bilgi edinmeden de soracağım hangi okula ne kadar yakıt gideri, temizlik gideri tahsis ettiniz diyeceğimde siz bunu şimdiden sordu kabul edin de cevaplayın lütfen.

Okulun ilk günü erkenden bir sınıfa bakalım dedik diğer velilerle, af buyurun sınıfı üç harfli bir kelime götürüyordu. Sınıfın hemen yanı başında da iki hizmetli sohbet ediyor.

Niye temizlemediniz diye çıkıştık da apar topar ders ziline beş dakika kala kuru kuru süpürdüler sınıfı. Tabi bu seferde ortalık toz duman oldu. Ve biz zavallı veliler o iğrenç sınıfa soktuk çocuklarımızı.

Buraya kadar her neyse yedik yuttukta asıl açılış töreni bir faciaydı. Beden eğitimi öğretmeniniz eşofmanla çıkıp kürsüye rahat hazrol çektirip askeri disiplinin ilk işaretlerini verdi. Ama işin garibi eşofmanlı öğretmeniniz kızlara pantolon giymek yasak diye fırça attı.

Bende tabi sen niye giyiyorsun deyiverdim doğal olarak. Beden öğretmenleri giyebilirmiş.

İyide orası beden eğitimi dersi değil. Okul açılış töreni saf öğretmenim benim.

Senin kılık kıyafet yönetmeliğinde açılış törenlerine streç eşofmanla gidilir mi yazıyor?

Ve sonra sıra geliyor ant’laşmaya.

Türküm, doğruyum, çalışkanım, yasam…

Ben bir Türk olarak bu andı her duyduğumda iğreniyorum.

Bir şey bu kadar mı faşistçe olabilir. Bu kadar mı ırkçı olabilir.

Hele hele Varlığını Türk varlığına armağan etme sahnesi yok mu…

Ne kadar ikiyüzlüce, ne kadar pornografik.

Ben bu kadar iğrenirken bir Kürt yurttaşın bunları her sabah bağıra çağıra söylediğini düşününce utancım bin kat daha arttı.

Ne utanılası bir durum. Sizin içinde bütün Türk’ler içinde.

MAZLUMDER bas bas bağırıyor iki yıldır ANDIMIZ KALDIRILSIN diye.

Siz hala varlığını Türk varlığına armağan etmesini istiyorsunuz Kürtlerin.

Kaldı ki ben bir Türk olarak bile armağan etmiyorum, Kürtler niye etsin. Armağan almaya alışmış sizinkiler, Özal işi, memurum işini bilir durumları…

Asimile edici, yok sayıcı, inkar edici bir tutum.

Bu aslında sayın Başbakanın Kürt Açılımını da sabote ediyor.

İnkar da ediyor bir yanıyla.

Güvenilmez kılıyor.

Ben kızıma her sabah, her akşam bugün okulda ne yaptığını sorduğumda “Atatürk” diyor kızım.

Matematikten ne öğrendin kızım “Atatürk”

Başka bir şey öğrenmedin mi kızım “Ama baba Atatürk.

Ve ben kızıma artık her sabah, her akşam diyorum ki.

Kızım okulda öğrendiklerinin hepsine inanmak zorunda değilsin.

Kızım öğretmenlerinde yalan söyleyebilir. Bazen isteyerek, bazen istemese bile…

Kızım bazen öğrendiğin her şeyin yalan olabileceğini unutma. Kızım bazı şeyleri unutmak için öğrenirsin unutma!

Kalbini özgür tut kızım,

Zihnini hiçbir ön kabule teslim etme.

Sorgula kızım, sorgulamadan inanma…

Askerlik zamanlarım geliyor aklıma günde beş vakit tövbe ettiğim günler attığım her adım için Allah’tan özür dilediğim zamanlar.

Ve şimdi yine aynı ruh hali içindeyim. Sabah okula bırakırken tövbe ediyorum. Akşam eve gelirken tövbe ediyorum. Çocuğumun zihnini yalan ideolojisiyle, yalan tarihiyle kirlettiğim için…

28 Şubat’ta askerdim ben… Bu kadar zamanda hiç bir şey mi değişmez bir ülkede…

Şimdi bir baba olarak bana bir yanıt verin Sayın Bakan.

Ama içinde tarih kitaplarınızda olduğu gibi yalan bulunmasın!

Kurumlarınız terbiye etmeye çalışıyor Sayın Bakan. Ve bu kurumlar TC tarihi boyunca aynı terbiye edici argümanlarla hareket ediyor. Bütün alanlarda görebildiğimiz ilerleme, gelişme, değişme sizin bakanlığınızda zerre görülmüyor.

Resmi ideolojiye tapan kullar yetiştirmek istiyorsunuz. Sizden öncekilerde bunu istiyordu ve siz zerre değiştirmediniz bu düzeni...

Ve unutmayın ki Bizler Allah ve Rasulü’nün izi dışında bütün terbiye edicileri terbiye etmekle mükellefiz.

9 Eylül 2010 Perşembe

REJİM MUHAFIZI SOLCULAR




Saddam’ın Cumhuriyet Muhafızları vardı.
İran’ın Devrim Muhafızları hala var.
Cumhuriyet Muhafızları en seçkin, en eğitimli, en disiplinli birlikleriydi Saddam’ın…
Ve tabiî ki en sadık birlikleri…
Gerektiğinde canlarını liderlerine feda etmek için yetiştirilmişlerdi.
İran’da hala en seçkin birlik Devrim Muhafızları…
Devrim Muhafızları Saddam’ın birliklerinden farklı olarak rejim için canlarını feda etmek üzere yetiştirildiler.
Lidere sadakatten ziyade davaya sadakat onların ki…
Cumhuriyet Muhafızları tek kurşun sıkmadan yerle bir oldular.
Şimdi tarihte yer işgal ediyorlar sadece.
Devrim Muhafızları ise hala isimlerinin keyfini sürüyor, çok sıkıntı da yaşamıyorlar…
Her iki birliğinde ortak özelliği rejimle, liderle aynı istikamette kurulmuş olmaları…
Yani aynı fikirde oldukları bir lideri/rejimi veya ortak çıkarlarını korumak var oluş nedenleri…
Olağan olan da bu zaten…
Türkiye’de ise son on yılda değişik bir rejim muhafızlığı türedi.
Adına solcu dedikleri ama gerçek solcuların tırnak içinde “solcu” dediği garip bir tür bu…
Daha düne kadar birbirleriyle savaşmaktan, birbirleri ile dalaşmaktan başka icraatları olmayan sol guruplar ortak rejim tehdidine karşı birlikte hareket ediyorlar şimdi.
ÖDP, Halk Evleri, TKP ve EMEP’ten bahsediyorum…
AKP’ye ve onun anayasa değişikliği paketine ve bu paketi destekleyen herkese karşı sistemli bir saldırı örgütlüyor bu yapılanma…
Onlara göre anayasa değişikliği paketi AKP’nin yargıyı ele geçirmek için yaptığı bir manevra.
Geri kalan değişiklikler bu manevranın sosu niteliğinde.
YÖK’ü nasıl ele geçirdiler ve üniversitelerde gericiler mantar gibi çoğalıyorlarsa yargıyı da ele geçirip cemaate, hacıya, hocaya, amerikaya teslim edecekler.
Bu söylem Halk partisi söylemi, bu arkadaşların yıllardır iğrendiklerini söyledikleri Halk Partisi söylemi…
Rejimin sahipleri AKP’ye karşı bu argümanları kullanabilir ve bu durumda hiç kimse onları suçlayamaz.
Çünkü 300 yıllık bir saltanatın çöküşünden bahsediyoruz ve bu çöküş elbette canlarını yakacak.
Piyasada “beyaz Türk”, “beyaz Kürt” dediğimiz bu tarikat elbette vaveylayı koparacak.
İyide onlarca yıldır solculuk yapan veya yaptığını iddia eden bu çocuklara ne oluyor?
Bu çocuklar değil mi neredeyse ayda bir rejimin jopunu sırtında hisseden.
Bu çocuklar değil mi polisle, askerle üniversitelerde, caddelerde yumruk yumruğa dövüşen…
Nasıl oluyordu kavgalı oldukları bir rejimle, Kemalizm’le kardeşlik kurabiliyorlar.
Nasıl oluyor da “Cumhuriyet tehlikede” sloganları atabiliyorlar.
Nasıl oluyor da hem Sosyalist, hem Marksist, hem Kemalist olabiliyorlar.
Üstelik bunu yaparken eski yoldaşlarını alıyorlar karşılarına…
Devrimci Sosyalist İşçi Partisi’ni dövüyorlar mesela.
“Yetmez Ama Evet” standlarını basıyorlar…
Kim “Yetmez Ama Evet”çiler DSİP, Genç Siviller, MAZLUMDER…
Diğer demokratik guruplar, özgürlükçüler, liberaller…
Roni’ye boya fırlatıyorlar İzmir’de…
Osman CAN’a, Ferhat KENTEL’e, DİLİPAK’a…
İstanbul’da Adalet hanıma saldırıyorlar yumurtalarıyla.
Kimi zaman yumurtalarını otel önüne bırakıyorlar.
“Yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır.” Diye.
Osman CAN bütün programlarını iptal ediyor.
Ailesi ve kendisine yönelik tehditlerden dolayı.
Roni her ne kadar solun adam öldürmek gibi adeti olmadığını düşünse de ben aynı fikirde değilim!
Çünkü Marksist kapitalistlerin, sağcı kapitalistlerle iş tuttuğu bir yerde her şeyi beklemek mümkün.
Rejimin muhafazası için kendine Marksist muhafızlar bulmuş kapitalist-faşist bir sistemin yaptırabileceklerinden korkmak gerekmez mi?
Irak’ın, İran’ın ya da başka kapalı devre devletlerin muhafızlarının olması hiç şaşırtıcı değil.
Ama kendine Muhalif, Marksist, Sosyalist gibi sıfatlar yakıştıran gurupların rejim için kendini siper etmesi akıl alır gibi değil.
İran’ın devrim muhafızları iman ettikleri düzen için muhafızlık ediyorlar oysa siz içine tükürmek için fırsat kolladığınızı, yıkmak için bedel ödediğinizi, şehitler! verdiğinizi iddia ettiğiniz bir düzen için tetikçilik yapıyorsunuz.
Zillet budur işte…
Rezillik bu!

tagore