29 Ekim 2009 Perşembe

28 Şubat Hutbesi de İsteriz, Aziz Müslüman!





Bu hafta Cuma namazına gidenler hutbe okunurken kulaklarına inanamadılar.

Cuma cemaati, tamamen politize olmuş ve dini kavramları ve hatta Allah’ın ayetlerini rejimin korunması ve yaşatılmasına feda etmiş “görüldü” kaşeli bir hutbe dinlediler.

Daha geçtiğimiz haftalarda İstanbul’da cami mahyalarına asılan ideolojik ve faşizan sloganların lekesi silinmemişken ve üstelik din-ayet işleri bütün sorumluluğu Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne atmışken nereden çıktı bu karargah hutbesi?

Cumaya gitmeyen/gidemeyenler için neler söylemiş hocaefendiler cami kürsüsünden bir bakalım:

“Aziz Müslümanlar!

İnsanlık, tarih boyunca adalet, iyilik, istişare ve eşit haklara sahip olma gibi bazı değerlerin arayışı içinde olmuştur.

Arayışlar neticesinde, bu değerlerin güzel bir biçimde gerçekleşmesine imkan veren Cumhuriyet idaresine ulaşılmıştır.

Cumhuriyet, dinimizin öngördüğü istişareye dayalı, hak ve özgürlükleri teminat altına alan, insanların yeteneklerini ortaya koyabilmelerine imkan tanıyan, düşünce ve inançlarını serbestçe ifade edebilecekleri bir idare şeklidir.

Aziz Mü’minler!

Kurtuluş savaşını gerçekleştiren iradenin bizlere kıymetli bir armağanı olan ve ilanının 86. yılını bu günlerde kutlayacağımız Cumhuriyetin, özünde taşıdığı ruha uygun olarak yaşatılmasının en temel vatandaşlık görevlerimizden biri olduğunu unutmayalım.

Bize bu kıymetli armağanı bırakan başta Gazi M. Kemal Atatürk olmak üzere tüm şehit ve gazilerimizi hayırla anar, kendilerine Yüce Allah’tan rahmet ve mağfiret niyaz ederim.”

Bu hutbenin bir kısmı…

Buraya alıntılamadığımız diğer kısımda Allah’ın ayetleri cumhuriyetin faziletlerinin anlatılması için kullanılmış!

Peygamber efendimizin kimi uygulamaları ile de delillendirilerek İslam dininin cumhuriyet rejimiyle nasıl örtüştüğü ve Allah ve Rasulünün razı olduğu rejimin Cumhuriyet olduğu ispat edilmiş!

İslam üzerine ahkam kesecek değilim.

Kendini yetkin bulanlar İslam’ın nasıl bir düzen öngördüğünü, cumhuriyetin bu düzenle örtüşen örtüşmeyen yanlarını konuşur, tartışır.

Ama ben biliyorum ki, komünist bir rejimde yaşıyor olsaydık, yukarıda alıntıladığımız hutbe cumhuriyetin değil komünizmin nasıl İslam’la örtüştüğünden ve İslam’ın öngördüğü modelin aslında komünizm olduğundan bahsediyor olacaktı…!

Bu uğurda Allah’ın ayetleri ve Rasulünün uygulamaları komünizmi taltif etmek için fütursuzca harcanacaktı!

Her devrin Diyanet İşleri Başkanlığını yapan selef Diyanet İşleri Reisi Yeşilay haftasında, Kızılay haftasında hutbeler yayınlar bizde kızardık.

Eski reis emekli edilince nasıl sevinmiştik.

Üstelik akademik kariyeri olan ve dinin toplumsal hayattaki değerini ihya edebilecek bir reis seçildiği içinde umutlanmıştık.

Ne çok yanılmışız meğer!

Diyanet işleri reisi şimdi diyecek ki:

“Başkanlığımız toplumsal olaylara duyarsız kalamaz.

Ağaç dikme bayramında da, Yeşilay haftasında da toplumsal alana müdahale eden bir din algısı gereğince hutbe yayınlarız.”

İyi güzelde aziz Müslümanlar, bu toplumsal alana müdahil olan din algısı niye hiç 28 Şubattan söz etmez.

28 Şubat bu ülkede cumhuriyet rejimine yönelik bir kalkışma değil midir?

Üstelik bu kalkışma doğrudan Müslümanlar üzerinden yürütülmemiş ve binlerce Müslüman bu kalkışmada zarar görmemiş midir?

Diyanet işleri başkanlığı kendi dininin mensuplarına ve kendi rejimine yönelik doğrudan bir saldırı karşısında neden bugüne kadar tek söz etmemiş, edememiştir.

Sosyal hayata müdahil din algısı sadece karargahtan onaylı eylemlerde işe yarıyorsa, karargahın veto ettiği toplumsal hayat algıları din ve dini alanın dışında tutuluyorsa nasıl bir bağımsızlıktan, nasıl bir özgürlükten bahsedeceksiniz.

Emir komuta zinciri içerisinde hazırlanan hutbelerle, dinin saygınlığına, dini alanın politize edilmesine göz yumarak ve çanak tutarak din algısına nasıl bir zarar verdiğinizin, söylediğiniz sözleri nasıl inanılmaz ve güvenilmez kıldığınızın farkında mısınız?

Elbette farkındasınız…

Diyanet İşleri Başkanı hazırlanan bu hutbeden haberdar değilse kendisine bir komplo kurulduğunu görmeli, yok haberi var ve onaylıyor ise bizzat komplonun kendisi olmalı!

Daha önce demiştim ki,

“Açılım içeriden başlamalı

Mesela en yakınlardan, yol arkadaşlarından!

Mesela din-ayet işlerinden…”

Bu konuda ısrar ediyorum…


Cyrano De Bergerac

19 Ekim 2009 Pazartesi

DTP BARIŞ İSTİYOR MU?

DTP BARIŞ İSTİYOR MU?

AKPARTİ iktidarının attığı en önemli adımlardan biri “Demokratik Açılım” …
AK partiye oy versin veya vermesin her vicdan sahibi demokratik açılım paketindeki dik duruşu nedeniyle Tayip ERDOĞAN’a müteşekkir.
Zira Sayın Erdoğan’ın ne zaman geri adım atacağına dair derin endişeleri vardı bu kesimin.
Bu endişeler yerini sınırsız güvene terk etmese de Sayın Başbakanın bu vakte kadar geri adım atmaması hepimizi ümitlendirdi.
Adına muhalefet denilen kuru kalabalığın “Ne mey içmeyi bilir, ne güzel sever” tavrı kimseyi ilgilendirmediği gibi;
MHP rumuzlu partinin “parti içi genel kurula kadar” gerilimi artırıcı muhalefet üslubu ile CHP rumuzlu siyasi partinin çaresizlikten her şeye muhalefet eden yavuz hırsız üslubu kimsenin umurunda değil.

Ama vicdan sahiplerini tedirgin eden asıl DTP’nin tavrı!
Bu satırlar yazılırken Habur sınır kapısından Mahmur kampından ve Kandilden gelenlerle birlikte 34 kişilik bir gurup Türkiye’ye giriş yapmıştı.
Gurubun Türkiye’ye intikali bir kaza nedeniyle gecikti, ama öyle anlaşılıyor ki gurubun Türkiye’ye girişi sabah saat 10.00 da olsaydı bile işlemleri bitirilmeyecek ve gündüz intikalleri engellenecekti!
Otuz dört kişilik gurup Habur sınır kapısında bir takım işlemler bahane edilerek halen tutuluyor…
Neden?
Çünkü barışı tesis etmek amacıyla atılan bu adımda bile, kimi hamaset siyasetçilerinin ikbal kavgaları göze çarpıyor.
Gurubun Türkiye tarafında ilerlemesi sırasında geçilecek mezra, köy ve şehirlerde karşılama törenleri organize ediliyor.
Edilmesin mi?
Edilsin elbette.
Ama bu karşılama törenleri muzaffer bir orduyu karşılama törenlerine benzememeli.
Yapılan hazırlıklar, bayraklar, Abdullah Öcalan posterleri başka türlü nasıl izah edilebilir.
Türkiye barışı konuşmaya çalışıyor.
Irkçıların söylemlerini boşa çıkaracak, zafer kazanmak sarhoşluğundan çıkarak barışın en sağlıklı şekilde tesisi için tarafları zor durumda bırakmayacak hassasiyetleri aramak çok mu zor?
DTP, barışın getirisini AK partiye kaptırmamak, tabanında pirim yapmak için aklı bir kenara bırakarak, duygulara mı hükmetmeye çalışıyor?
DTP gelecek seçimlerde de milletvekili koltuklarını koruyabilmek için barış sürecini riske mi ediyor?
Unutmamak gerekir ki barış sağlanacaksa her iki kesimde birbirlerinin hassasiyetlerini zorlamayacak, tabanlarını karşı karşıya getirmeyecek dikkate sahip olmalılar.
AK partinin zaman zaman kameralar karşısında dile getirdiği popülist dil DTP’de de karşılık bulmak zorunda mı?

Ne derseniz deyin, en önemli adımı Türkiye Cumhuriyeti atıyor ve onlarca yıllık stratejisini değiştiriyor.
Bu azımsanacak bir şey değil ve Türkiye devletinin bu karşılama törenini öteki için zafer şölenine dönüştürmek istememesini anlamak zorundayız.
DTP’li yöneticiler bugünkü gazetelerdeki haberleri ve altındaki yorumları okusunlar bakalım mutlu olacaklar mı?
Ne diye Türk ırkçılığına pirim veriyorsunuz, ırkçıların eline malzeme veriyorsunuz?
Yoksa yıllardır sürdürülen gerilimden milletvekili çıkarma siyaseti hala yürürlükte mi!

Ahmet TÜRK’ün milletvekili olamaması barış karşısında hiçbir şeydir!
Kürt halkı kendini temsil edecek, kendinden olan vekilleri her halükarda çıkaracaktır. Müslüman Kürtlerin meclisteki vekillerinin hemen hepsinin Marksist olması Kürtlerin Marksist olduğu anlamına gelmez!
Ancak barış gelirse meclisteki Marksist DTP’li sayısı azımsanmayacak derecede düşecektir!
O halde…
Gerilime devam…
Yaşasın Marksizm…
Barışın canı cehenneme…

Öyle mi Ahmet TÜRK?


Cyrano De Bergerac

12 Ekim 2009 Pazartesi

YASAK İLK GÜNKÜ GİBİ DEVAM EDİYOR!

Birkaç gün önce Anadolu ajansı mahreçli bir haber düştü haber merkezlerine, hemen ardından da bu haber, ilgili yazılı ve görsel medya kuruluşlarında yer aldı.

Haberde Danıştay İdari Dava Kurulu’nun başka bir davaya bakarken Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanununun ek3. Maddesindeki bazı hükümlerin iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine başvurduğundan söz ediliyordu.

Hatırlayacaksınız Mazlumder Ankara Şubesi Ramazan ayı başında “Yaş Sınırı Kaldırılsın” başlığı altında bir kampanya başlatmış ve Kur’an eğitiminde yaş sınırı uygulamasının sonlandırılmasını talep etmişti.

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun bu başvurusu İslami kesimlerde hemen bir heyecana neden oldu?

Ne olacaktı şimdi, kampanyaya gerek kalmadan üstelik bir yargı kurumu kanalıyla yaş sınırı ortadan kalkıyor muydu?

Gerçekten bir yargı kurumu, halkın talepleri doğrultusunda işlem mi yapıyordu?
Uzun süre meselenin yanlış anlaşıldığını, Danıştay başvurusunun bir yasağın kalkması şeklinde açıklanamayacağını, aksine başvurunun yaş sınırını yükseltmek için yapıldığını izah etmeye çalıştım. Ama nafile…

Allah’tan imdadıma Anayasa Mahkemesi yetişti ve dün verdiği kararla Danıştay’ın talebini reddetti.

Meselenin Aslı Şu?

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, başka bir davaya bakarken, Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun'a, 1999 yılında eklenen Ek Madde 3'ün birinci fıkrasının üçüncü tümcesi ile ikinci fıkrasının Anayasa'ya aykırı olduğunu ileri sürerek, Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuş…

Bu maddede ilköğretimi bitiren öğrenciler için Milli eğitim Bakanlığının izni ile Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Kur’an kursu açılabileceği ve İlköğretim 5. Sınıfı bitiren öğrenciler için de Yaz Kur’an kursu açılabileceğine ve ''Kur'an kurslarının açılış, eğitim öğretim ve denetimleri ile bu kurslarda okuyan öğrencilerin barındığı yurt veya pansiyonların açılış ve çalışmalarına dair hususların yönetmelikle düzenleneceği'ne hükmediliyor.

İlgili maddede Kur’an kurslarında yaş sınırı 15 olarak belirleniyor fakat, yaz Kur’an kurslarına gitmek isteyenler için sadece yazları olmak kaydıyla 12 yaşındaki öğrencilere müsaade ediliyor.

Danıştay’ın bu maddelerin iptalini istemesi gerekçesi ise ilginç, bakın gerekçede hangi hususlara değiniliyor:
"Devletin eğitim ve öğretimdeki gözetim ve denetim görevi, laiklik ilkesine aykırı etkinlik ve öğretim yapılmasına izin verilmemesi görevini de kapsamakta olup, özellikle eğitim-öğretim alanında laikliğe bağlılık ve saygının, ulusun geleceği açısından büyük önem taşıdığı, Türk milli eğitiminin temel amacının, "’Türk Milleti’nin tüm bireylerini, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve Anayasa’da anlatımını bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Anayasa’nın başlangıcında belirtilen temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı görev ve sorumluklarını bilen ve bunları yaşamında uygulayan vatandaşlar olarak yetiştirmek olduğu…”

Anayasa Mahkemesi bu talebi kabul etse idi, Yaz Kur’an kurslarına ilköğretimi bitirmeyen hiçbir öğrenci gidemeyecekti ve yaz Kur’an kursu açılamayacaktı. Yani 15 yaşın altında hiç kimse Kur’an eğitimi alamayacaktı.

Anayasa mahkemesinin iptal kararı ile ise mevcut uygulamada hiçbir şey değişmedi. Yaz Kur’an kursları ilköğretim 5. Sınıfın altındaki öğrencileri halen kabul edemiyor. Yani 12 yaşın altındaki çocuklara Kur’an eğitimi yasak!
Anayasa mahkemesi verdiği red kararıyla sadece, yasağın 15 yaşa çıkarılmasını engellemiştir.

Ayrıca mahkemenin aldığı bu karar yasama organının Kur’an eğitiminde yaş sınırı düzenlemesi yapabilmesini mümkün kabul ettiği anlamına geldiğinden parlamentoya yaş sınırını kaldırma hakkını da teslim etmiş oluyor. Dolayısıyla bundan sonra Kur’an eğitimine ilişkin yapılan düzenlemelerde Anayasa Mahkemesinin teyidi de peşinen alınmış oluyor.

Devlet Bakanı Faruk Çelik’in geçtiğimiz günlerde yaş sınırıyla ilgili düzenlemeler yapılabileceği yönündeki açıklaması sevindirici olmakla birlikte, yaş sınırının 5. Sınıftan 3. Sınıfa çekilebileceği şeklinde sözleri bizleri tatmin etmedi.

Sayın Bakan Anayasa Mahkemesi düzenleme yetkisini yasama organına bırakmışken! Bu ilkel yasağı tamamen ortadan kaldırmalı ve ebeveynlerinin izni ile her hangi bir yaş sınırı olmaksızın tüm çocukların Kur’an eğitimi alabilmesini temin etmelidir.

Bununla birlikte; Mazlumder Ankara şubesinin başlattığı “Yaş Sınırı Kaldırılsın” kampanyası ANKARA Şehirler Arası Terminal İşletmeleri (AŞTİ) giden yolcu peronunda desteklerinizi bekliyor. Yasak kalkacaksa bunu önce siz talep etmelisiniz…
http://yassinirikaldirilsin.blogspot.com/

Cyrano De Bergerac

9 Ekim 2009 Cuma

KUR’AN KURSLARINDA YAŞ SINIRI YASAĞI DEVAM EDİYOR!

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, başka bir davaya bakarken, Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun'a, 1999 yılında eklenen Ek Madde 3'ün birinci fıkrasının üçüncü tümcesi ile ikinci fıkrasının Anayasa'ya aykırı olduğunu ileri sürerek, Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuştu.

Anayasa Mahkemesi, 08.10.2009 tarihinde, Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna 28 Şubat sürecinde eklenen ve Kuran kurslarındaki yaş sınırını düzenleyen maddenin iptalini görüşmüş ve ilköğretim beşinci sınıf öğrencilerinin yaz Kur’an kurslarına gidebilmesine izin veren yasa maddesinin iptali istemini esastan görüşerek reddetmiştir.

İptali istenen ek üçüncü maddenin birinci fıkrası üçüncü tümcesinde: "İlköğretimin 5. sınıfını bitirenler için tatillerde ve Milli Eğitim Bakanlığının denetim ve gözetiminde yaz Kuran kursları açılır" denilmektedir.

Anayasa mahkemesinin bu kararı üzerine kamuoyunda yaş sınırının kalktığı ve ilköğretim 5. sınıftan öncede öğrencilerinin yaz Kur’an kurslarına gidebileceği şeklinde yanlış anlamalar oluşmuştur.

Bu yayınlar gerçeği yansıtmamaktadır şöyle ki:
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu İlkoğretim 5. sınıftan önce öğrencilerin yaz Kur’an Kursuna gidebilmesini laiklik ilkesine aykırı bulduğu için iptal isteminde bulunmuştur.
Anayasa mahkemesinin bu talebi reddetmesi 5. sınıftan küçük çocukların yaz kur’an kurslarına gidebileceği anlamına gelmemektedir.

Kur’an Kurslarında yaş sınırı yasağı 1999 yılındaki hali ile halen devam etmektedir. Anayasa mahkemesi verdiği red kararıyla sadece,yasağın 15 yaşa çıkarılmasını engellemiştir.

Anayasa mahkemesinin bu kararı sonrasında yasak dün olduğu gibi bugünde devam etmektedir. Bütün yurttaşlarımızı sağduyudan yoksun bu yasağın kaldırılması için Mazlumder Ankara Şubesinin başlattığı “Yaş Sınırı Kaldırılsın” kampanyasına katılmaya ve siyasi iktidarı da toplumsal talebe uygun olarak Kur’an Eğitiminde Yaş sınırı yasağını bir an önce kaldırmaya davet ediyoruz.

http://yassinirikaldirilsin.blogspot.com/

Üstün BOL
Şube Başkanı

8 Ekim 2009 Perşembe

Açılım İçeriden Başlamalı

Başbakan aylardır kendi paralıyor, demokratik açılım diye…

Karşısında buz gibi bir muhalefet var.

Milliyetçi Hareket Partisinin (MHP) tavrı anlaşılabilir. Bahçeli’nin karşısında “gelirsem seni camdan aşağı atarım” üslubuyla siyaset yapan bir başkan adayı var!

Bahçeli genel kurul öncesi tebaasını elinde tutmak için her yolu deniyor.

Maksat Genel Başkanlığı korumak olunca barış ve kardeşliğin, huzur ve mutluluğun canı cehenneme.

Her gün bir yanda Türk anneler, diğer yanda Kürt anneler ağlıyormuş kime ne?

Diğer tarafta Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) var.

Derin devletle iç içe bir yapılanmadan bahsediyoruz CHP deyince…

Üstelik bu kabahat Deniz Baykal’ın değil.

Baykal’dan öncede ve hatta taa İttihat Ve Terakki(İT)’ye kadar uzanıyor derin merkezlerle eşgüdümlü çalışma tarihi…

Bir çeşit ırksal statü söz konusu, beyaz Türklerle, Anadolu Türkleri arasında bir savaş bu…

Millet plajlara hücum edince, denize girememekten şikâyet eden vatandaşlarımızdan ibaret CHP!

İktidar bir yandan Kürt bölgelerinde dağlara yazılan “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözlerini kaldırmaya çalışıyor, ama diğer yandan “Orduya Sadakat Şerefimizdir” yazılarını veya benzer türevlerini es geçiyor.

Oysa orduya sadakatle, ırkların mutluluğu arasında doğrudan bir ilişki, var.

Yakın ilişki hem de!

Buraya kadar olan kısım açılıma dışarıdan bakış, oysa açılıma içeriden bakışta çok farklı değil.

İktidarın demokratik açılım gibi bir talebinin günübirlik bir politika olmadığı anlaşılıyor.

Hem açıklamalar, hem başbakanın samimi duruşu buna delil.

Üstelik bunca tepki oluşmuşken iktidarın -henüz - geri adım atmamış olması sevindirici.

Ama, madem bu açılım gerçekleştirilecek, madem gözler karartılarak onlarca yıllık bir kirli tabu yıkılacak…

Milletvekili seçimlerinde de bir ince eleme, sık dokuma gerekmez miydi?

Milletvekili seçimlerinde hadi bölgesel faktörler devreye girdi diyelim…

Hatırlı gönüllü eşraf kırılamadı, oy potansiyeli değerlendirildi…

Bakan seçilirken neden demokratik açılıma uygun kıstaslar göz önüne alınmadı?

Başbakanın etrafında “Demokratik Açılım” fikrini rüyasında kâbus olarak gören bir kalabalık var.

Bu kalabalık Bakanlardan Milletvekillerine, Valilerden Kaymakamlara, Genel Müdürlerden Daire Başkanlarına kadar geniş bir alanda büyük bir yekûn tutuyor.

Siyasi iktidarın nimetlerinden faydalanmak için “mış gibi yapan” bu kalabalık her an Başbakanın ayağına çelme atabilir.

Siyasi dengelerde oluşabilecek her oynama, bir erken seçim ihtimali veya Allah korusun bir kapatma davası daha…

Herkesi gerçek kimliğiyle buluşturup bir anda atılan bu adımları içerden! Çökertebilir.

Siyasette vefa olmadığını en iyi Sayın Başbakan biliyordur herhalde…

Bu kadar şey neden aklıma geldi biliyor musunuz?

Geçtiğimiz gün İstanbul’da Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı kimi camilerin mahyalarına ulusalcı, demokratik açılımla örtüşmeyen, hamasi sloganlar yazıldı…

Bir Başbakan düşününki, Kürt bölgelerinde barışı tesis etmek, toplumsal huzuru tesis etmek için siyasi kariyerini riske atacak, bir Başbakan ki adına muhalefet denilen kalabalığın hepsini karşısına alacak ve rest çekecek…

Aynı başbakana bağlı bir başkanlık Başbakanın ayağına tekmeyi indirecek…

İşte bu yüzden açılım önce içeriden başlamalı…

Mesela en yakınlardan, yol arkadaşlarından!

Mesela din-ayet işlerinden…

güzel müzikler...

tagore