27 Nisan 2009 Pazartesi

KARŞI DARBE


Türkiye Cumhuriyeti devletinin, başta millet egemenliği ilkesi olmak üzere, temel değerlerini aşındırmak için bitmez tükenmez bir çaba içinde olan bir kısım çevrelerin, uzun yıllardır devam eden bu gayretlerini son dönemde artırdıkları müşahede edilmektedir. Uygun ortamlarda ilgili makamların, sürekli dikkatine sunulmakta olan bu faaliyetler; temel değerlerin sorgulanarak yeniden tanımlanması isteklerinden devletimizin bağımsızlığı ile milletimizin birlik ve beraberliğinin simgesi olan milli ve dini bayramlarımıza alternatif kutlamalar tertip etmeye kadar değişen geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır.

Bu faaliyetlere girişenler, halkımızın kutsal dini ve milli duygularını istismar etmekten çekinmemekte, milletimize açık bir meydan okumaya dönüşen bu çabaları laiklik ve Atatürkçülük kisvesi arkasına saklayarak, asıl amaçlarını gizlemeye çalışmaktadırlar. Özellikle kadınların, küçük çocukların ve militarist “memur”ların bu tür faaliyetlerde ön plana çıkarılması, ülkemizin birlik ve bütünlüğüne karşı yürütülen yıkıcı ve bölücü eylemlerle şaşırtıcı bir benzerlik taşımaktadır.

Bu bağlamda;

Cumhuriyet mitingleri adı altında ülkemizin birçok merkezinde prokovatif mitingler tertip edildiği, ancak duyarlı medya ve kamuoyu baskıları sonucu bu faaliyetlerin amaçlarına ulaşamadan söndüğü görülmüştür.

Başta Ankara, İstanbul ve İzmir olmak üzere farklı tarihlerde tertip edilen mitinglerde Antalya, Aydın, Muğla, Mersin ve Çanakkale illerinden bazı grupların katılımı ile sivil toplum örgütü adı altında kadınlar ve çocuklardan oluşan bir koroya çeşitli marşlar okutulmuş, bu sırada Lenin ve Stalin fotoğrafları açılarak mitingleri tertipleyenlerin gerçek amaç ve niyetleri açıkça ortaya konulmuştur.

Ayrıca, ülkemizin pek çok üniversitesinde akademik personele bazı “rektör” isimli memurlar tarafından özgürlüklerin engellenmesi konulu brifinglere katılım emri verildiği, sivil toplum örgütü adı altında silah üzerine yemin ederek tarikatvari bir yapılanmaya gidildiği, bu yapılanmanın silahlı örgüt kurarak kendi kabilesinden olmayanları yıldırmaya çalıştığı, kendisi gibi düşünmeyenleri aşağıladığı ve yine başka yapılanmaların sivil iradeyi yok etmek ve kendi sığ düşüncelerini cebren ve hile ile kamuoyunda kabul ettirmeye çalıştığı bu amaca ilişkin olarak çobanların aşağılandığı, mankenlerin, zenginlerin, gazete patronlarının ve kamu otoritesinde yıllardır bir yerleri işgal eden İT (ittihat ve terakki) çevresinin oylarının birden fazla kabul edilmesi gerektiğini savundukları yolunda haberler de kaygıyla izlenmiştir.

Anılan faaliyetlerin önemli bir kısmının bu tür olaylara müdahale etmesi ve engel olması gereken mülki makamların müsaadesi ile ve bilgisi dahilinde yapılmış olması meseleyi daha da vahim hale getirmektedir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Cumhuriyet karşıtı olan ve devletimizin temel niteliklerini aşındırmaktan başka amaç taşımayan bu çalışmalar, son günlerdeki bazı gelişmeler ve söylemlerden de cesaret almakta ve faaliyetlerinin kapsamını genişletmektedir.

Bölgemizdeki gelişmeler, laiklik ile oynamanın ve laikliğin siyasi bir söyleme ve amaca alet edilmesinin yol açabileceği felaketlerin ibret alınması gereken örnekleri ile doludur. Laikliğin üzerine yüklenmeye çalışılan siyasi bir söylem veya ideolojinin laikliği ortadan kaldırarak, başka bir şeye dönüştüğü, ülkemizde ve ülke dışında görülebilmektedir. Ergenekon soruşturmasında ortaya çıkan olayın bunun çarpıcı bir örneği olduğu ifade edilebilir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin çağdaş bir demokrasi olarak, huzur ve istikrar içinde yaşamasının tek şartının, devletin Anayasamızda belirlenmiş olan temel niteliklerine ve millet egemenliğine sahip çıkmaktan geçtiği şüphesizdir.

Bu tür davranış ve uygulamaların, Sn. Cumhurbaşkanımızın ve Sn. Başbakanımızın defaatle ifade ettikleri gibi “bir özgürlük rejimi olan cumhuriyete sözde de, özde de bağlı olmak ve bunu davranışlarına yansıtmak” ilkesi ile tamamen çeliştiği ve Anayasanın temel nitelikleri ile hükümlerini ihlal ettiği açık bir gerçektir.

Son günlerde, Sivil Anayasa sürecinde öne çıkan sorun, özgürlüklerin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türkiyeli siviller tarafından endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türkiyeli siviller bu tartışmalarda taraftır ve özgürlüklerin sarsılmaz savunucusudur. Ayrıca Türkiyeli siviller yapılmakta olan tartışmaların ve olumsuz yöndeki yorumların kesin olarak karşısındadır, Türkiyeli siviller gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır. Bundan kimsenin şüphesinin olmaması gerekir.

Özetle özgür ve millet egemenliğine dayalı bir ülkede barışça yaşama anlayışına karşı çıkan herkes Türkiyeli sivillerin düşmanıdır ve öyle kalacaktır.

Türkiyeli siviller, bu niteliklerin korunması için kendisine vicdanı tarafından verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusundaki sarsılmaz kararlılığını muhafaza etmektedir ve bu kararlılığa olan bağlılığı ile inancı kesindir.

Bütün darbecilere duyurulur.

20 Nisan 2009 Pazartesi

12. AYAK

Ergenekon aylardır ana gündemimiz, seçim aralığında bile önemini kaybetmeyen, hatta seçimin Ergenekoncularla Ergenekon karşıtları arasında yaşandığı izlenimi verilen bir süreç.
Belkide AK partinin beklenenden daha az oy kaybetmiş olması bu propaganda ve iletişim savaşının sonucu. Ergenekon davası üzerine taraflar bugüne değin olur olmaz şeyler yazdılar. Taraf olma eğilimi ve tarafını masum gösterme gayretiyle yazılan bu yazıların ne kadarının doğru olduğu tartışılır. Ve üstelik bu doğruluk esası her iki yandaş medya içinde geçerli! Bu yandaşlık haber alma özgürlüğümüzün ırzına geçse de biz buna zaten alışığız! Türkiye’de basına ilişkin genel kanaat izleneceği, okunacağı ancak asla güvenilmeyeceği yönünde…
Ergenekon’a ilişkin operasyon Ümraniye’de bir gecekonduda silah ve mühimmat bulunması ile başladı. Hemen ardından da yazılı ve görsel basın üzerinden “içeriden” bilgi aktarıldı. Bilgi aktarma kaynaklarına ilişkin farklı senaryolar söz konusu olduysa da bilgilendirilenler için bir ihtilaf söz konusu olmadı.
Yeni Şafak, Taraf ve Zaman gazetesi gurupları operasyona ilişkin düzenli bilgilendirildiler. Ve tabiî ki Şamil Tayyar faktörüyle Star grubu kısmen de olsa bu paylaşımdan nasibini aldı, belki hala almaya devam ediyor.
“Karşı taraf”’ın yıllardır üzerine oynadığı Gülen cemaati ne yaparsa yapsın inandırıcılık sorununu aşamadı zira operasyonun taraflarından birisi Gülen gurubuydu ve Ergenekon’un başarısız olması durumunda cemaatin devlet kademelerinden, okullardan, polis teşkilatından yurtlardan, dersanelerden arındırılacağı konuşuluyordu. Gülen gurubunun yazılı ve görsel medyada ETÖ karşıtı yayınları hep bu samimiyet duvarına çarptı.
İkinci en önemli bilgi kaynağı TARAF gazetesi ise farklı açılardan bombalandı. Önce hepimizin bildiği tanıdığı yazarların “fetullahçı” olduğu, Amerikancı olduğu, Soros’landığı duyuruldu ve operasyonun vatanperverlere karşı bir emperyalist saldırı olduğu vurgusu yapıldı. Bu propaganda da çokta başarısız olunduğu söylenemez, zira karşıtlık esasına dayalı bir kamuoyu başarıyla oluşturuldu.
Tuncay güney’le ilk röportajı yapan TVNET ve Yeni Şafak ise bu saldırılardan en az nasibini aldı. Çünkü bu gruba “dinci” olmak dışında bir suçlama yapılamazdı. Operasyon sürecinde defalarca görüldü ki bilgiyi her kim aktarıyorsa yıprandığını hissettiği yayın grubundan bilgiyi çekerek daha az yıpranan gruba verdi. Taraf’a acımasızca yüklenildiği durumlarda Yeni Şafak, Yeni Şafak karalanmaya çalışıldığında Zaman üzerinden kamuoyuna bilgi aktarıldı.
Bu bilgilendirmeler bir gazetecilik başarısı değildi elbette. Çünkü haberler paket olarak sunulmuştu ancak; bu haberleri başarı haline getiren Ergenekoncu medyanın bilgileri yok sayması ve yurttaşların haber alma özgürlüğünü engellemesiydi. Herkesin gizlediği haberler bu üç medya grubunda yayınlanınca gazetecilik başarısına dönüştüler.
Bu üç yayın grubu ne yapmak istedi? Gerçekten yayınlarda bahsedildiği gibi özgür, çetesiz bir ülke, demokratik bir devlet yapısı, ifade hürriyeti ve etnik ve dini hakların önündeki engellerin kaldırılması mı amaçlanıyordu. Her üç grubunda tüm bunların varlığından rahatsız olmayacağı muhakkak. Ancak ETÖ soruşturmasında askere, sivil ve askeri bürokrasiye, gerektiğinde yargıcılara ve kurulu düzenlerin tartışılmaz sahiplerine karşı çıkmanın hatta kafa tutmanın nedeni olarak sadece bunlar gösterilebilir mi?
Yeni Şafak grubu iktidar yanlısı tavırlarıyla biliniyor. Tayyip Erdoğan’ın Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminden bu yana yakın ve iyi ilişkiler içinde olduğu ve hatta bu yakınlık nedeniyle gazetecilikten taviz verildiği için sevenlerince eleştirilen bir yayın grubu. Dolayısıyla bu grubun AK parti döneminde yaşanan darbe girişimleri ve muhtıralar göz önüne alındığında ETÖ karşıtı bir tutum almasında ve gazeteciliğin ilkelerine sahip çıkmasında bir beis görülmüyor.
Öte yandan Taraf gazetesinin kuruluşundan bu yana geçen sayılı yıllarda sicili en temiz yayın organı olduğunu kabul etmeliyiz. Gerek militarist duruşa karşı sergilediği sorgulayıcı tavır, gerekse özgürlükler hususunda sergilediği samimi duruş gazetenin inanılırlığını artırıyor. Dolayısıyla Taraf’ın bilgi paylaşımında yer alması ve bu bilgileri gazetecilik ekseninde değerlendirmesi de yadırgatıcı değil.
Gelelim zaman grubuna. ETÖ’ye ilişkin içerden bilgi akışının sağlandığı en güçlü yayın grubu bu. Ancak bu yayın grubunun yazılı ve görsel materyallerinde farklı bir duruşun sergilendiğini de görmek gerekiyor. Zaman gazetesinde daha özgürlükçü ve daha entelektüel bir tavır sergilenerek, farklı kesimlerden seslere yer ayrılırken, TV kanallarında daha sağcı bir tavrın baskın olduğu hatta Tek Türkiye gibi yapımlarla militarizme göz kırpıldığı gözden kaçmıyor. Ne var ki militarizme göz kırpmak gurubun Genelkurmayda akredite olmasına yetmeyebiliyor!
Zaman gurubunun 28 Şubat sürecinde takındığı tavır göz önüne alındığında ETÖ soruşturmasında doğrudan taraf olması yukarıda bahsettiğimiz samimiyet sorgulamasına neden oluyor. Dışarıdan öyle görünüyor ki grubun bu sorgulamada bunca taraf olması “kazanılmış çıkarların” korunmasına matuf. Ve akla şu soru geliyor. Yeni Şafak ve zaman grupları kaybedecek şeyleri olmasaydı ETÖ soruşturmasında yine taraf olur muydu?
Taraf gazetesi için bu soruyu sormaya bile gerek yok sanırım. Yanıtı belli çünkü…
Yeni Şafak içinde bazı endişelerimiz olsa da çok tereddüt yaşamıyoruz zira Susurlukta parlayan bir sicili var…
Peki…

Cyrano De Bergerac

9 Nisan 2009 Perşembe

SİVİL VE ÖZGÜRLÜKÇÜ BİR ANAYASA İSTİYORUZ!



09.04.2009


29 Mart yerel seçimleri yurttaşların taleplerini ortaya koyması açısından önemli veriler sunmaktadır. Seçmen son üç seçimde sınırsız destek sunduğu AK partiden artık sivil ve demokratik bir anayasa beklemektedir.

AK parti seçmenin değişim ve özgürleşme taleplerine karşılık verdiği için 2002 yılında iktidar olmuştu. Bu tarihten 29 Mart seçimlerine gelinceye kadar AK partinin yavaş yavaş değişim ve özgürleşme taleplerinden uzaklaştığı gözlenmektedir.

Ülkedeki demokratik muhalefet boşluğu mazeret olarak öne sürülse de sorun sadece muhalefet boşluğu değil, Ak partinin statükonun saflarına yaklaşmasıyla da ilgilidir. Gelinen noktada alınan yüksek oy oranı, muhalefet boşluğu ve sistemle hemhal olma eğilimi AK partiyi rehavete sürüklemiştir.

AK partinin oylarındaki göreceli azalma seçmenin sivilleşme ve demokratikleşme taleplerinin siyasal iktidarda karşılık bulamamasının tezahürüdür. Ve uyarı niteliğindeki bu sonuç, özgürlükçü bir anayasal düzen talebini işaret etmektedir.

Kendisi hakkında gazete kupürlerinden yola çıkılarak kapatma davası açılmış bir partinin anayasa değişikliği talebinde bulunmaması kabul edilemez. Üstelik kendi partisinin kapatılmaması için çaba sarf eden bir partinin başka partilerin kapatılmasına seyirci kalması da düşünülemez.

İfade hürriyetinin önündeki engeller kaldırılmadan, bizim gibi düşünmeyenlerin de fikirlerini özgürce ifade edebilmeleri sağlanmadan hiçbirimiz özgür değiliz.

Yeni sivil ve özgürlükçü bir anayasa istiyoruz!
1980 Darbe anayasasını tarihin çöplüğüne atmak, yepyeni ve tertemiz bir sayfa açmak istiyoruz. Darbecilerden başka savunucusu kalmayan ve onlardan başkasını mutlu etmeyen bu anayasanın ve ülkemizin gündeminden de darbe kelimesinin kalkmasını istiyoruz.

Hak ve özgürlükleri “ama” maskesinin ardına saklanarak kısıtlamayan bir anayasa, özgürlük ve adalet kavramlarını bir söz olmaktan çıkarıp bir ilke haline getiren bir yasal düzenleme bekliyoruz.
Temel hak ve özgürlükleri tanımlanmamış alanlar üzerinden yasaklayan ilkel bakış açısına karşı insanların dinsel, etnik, kültürel haklarının önünün açılmasını istiyoruz.
Darbecilerin yargılanması, darbecilerin yargılanmasının önündeki engellerin kaldırılması ve anayasa değişikliği yapılabilmesi için son darbecinin ölümünün beklenmemesini istiyoruz.

Sivil anayasa hazırlanması için Avrupa Birliğinin yönlendirmesine veya talimatına ihtiyacımız olmadığının hatırlanmasını ve son dönemde yakalanan dış politikadaki ilkeli duruşun yansımalarının anayasal düzenlemedeki dik duruşla pekiştirilmesini istiyoruz.

Bütün yurttaşlarına eşit mesafede ve adalet ekseninde yaklaşan, yargıçların adaletinden şüphe edildiği zamanlarda muğlak ifade ve yorumlarla haksızlıklara zemin hazırlamayan bir anayasa, adaletinden şüphe edilmeyen bir anayasa istiyoruz.



Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu Adına
Üstün BOL
Mazlumder Ankara Şube Başkanı

6 Nisan 2009 Pazartesi

yeryüzü’ne, isyan’a, eylem’e ve aşk’a…

yeryüzü’ne…

aklıma ilk gelen ve nedense hiç gözlerimin önünden gitmeyen bir sahne,
ne zaman Kudüs dese nurettin şirin, içimde acıyan bir yerler var.
söylemesi ne kolay, sadece ilk kıble değil, “başkentler başkenti”dir Kudüs.

herkesin bir ana dili, bir kültür dili, birde resmi dili olurmuş.
başkentler için de geçerliyse bu söz, ben bütün başkent haklarımı Kudüs için kullanıyorum.
portakal bahçelerinden, limon ağaçlarına siyonist lekesi taşısa da ülkemin toprakları…
tecrit edilse de metrelerce yükseklikte, beton duvarlarla…

o sahne demiştim ya…
işgalci askerlerin bir tarlada,
taşlarla kollarını kırdığı Filistinliler gelir hep aklıma…
şimdi o çocuklar büyümüş müdür, sağ mıdır hala…

dünya yerinde durdukça ve insan var oldukça vicdanıyla…
yeryüzü özgür Filistin’e gebe…
isyanın diyarına…

isyan’a…

bilerek isyan, teslim olarak…
insana dair bütün suçlar benim.
inkar yok aklımda, eskiden olsa belki reddederdim.
kolluk güçleri, korkuturdu belki: Rachel’i görmeseydim.
Rachel’den utanç kaldı sadece bana.

eylem’e...

güvenli kentlerde, sokaklarda yürümek…
elçilik önlerinde veya cuma namazı sonrasında…
beyazıt’ta…
ablukaya almak işgalcinin elçiliğini.
bağırmak, sövmek, kendinden geçmek ve yakmak alçakların bayrağını.
tatlı sularda kürek çekmek, yelken açmak başka emin limanlara.
oysa yaşamak, eylem Gazze’de…
sağ salim yürümek ve meydan okumak hayata…
hiçbir eylem hayata meydan okumak kadar güçlü değil.
ve eylem Gazze’de yaşamak aslında.

aşk’a…

ve siyah aşk…
kırmızı…
ve beyaz…
ve yeşil aşk…
gerisi “kıyl-ü kal”…
sadece…


Cyrano De Bergerac
06.04.2009

tagore