6 Kasım 2023 Pazartesi

 SEKÜLER EMPERYALİST EPİSTEMOLOJİ [1]

Batılılar, emperyalizmin batı evreninden, batı medeniyetinden bir sapma olduğunu iddia ediyor. En azından yönetim felsefesi olarak demokrasiyi, ekonomik düzen olarak liberalizmi, evrensel felsefe olarak rasyonalizm ve hümanizmi pazarlayan bir coğrafya, emperyalizm gibi yok edici bir kavramın kendi içlerinden doğamayacağına inanmak istiyor!

Demokrasiyle ilgili tartışmalar bir yana bu bakış açısı en baştan liberalizmin, rasyonalizmin ve hümanizmin masum, makbul ve mutlak doğru kavramlar olduğu iddiasına dayanıyor.  Peki, emperyalizm ile ‘Batı Medeniyeti’ arasında gerçekten bir çelişki var mıdır? Messiri’ye göre yoktur. Batı; kendi dışındaki ülkelere insan hakları pazarlayan, yoksun coğrafyaların yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömüren, sistem ihraç ederek insan kaynağını yönlendiren ve yöneten emperyalist bir tahakkümün adıdır.

Messiri’ye göre batının emperyalizmi reddetme gerekçesi olarak ileri sürdüğü nedenler, emperyalizmin temel ilkeleridir. Bu kavramların ortak özelliği maddi olan, sayılabilen, ölçülebilen kavramlar dışında hiçbir değeri doğru kabul etmeyen seküler sistemler olmalarıdır.

Burada karşımıza çıkan soru ise sekülerliğin ne olduğudur. Türkiye özelinde düşündüğümüzde ülkemizde tartışılan sekülerlik ile Batı’nın sekülerliğinin farklı olduğu görülecektir. Üçüncü dünya ülkelerinde anlaşıldığı haliyle sekülerlik, din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Batı’da sekülerizm ise bu ezberin dışında gelenek ve ahlakın mutlak değerlerinin, hayatın bütün alanlarında yok sayılmasıdır. Batı sekülerizme bu anlamı vererek, bilgi üretme yollarını kötüye kullanarak, insanlığın temel ahlaki ilkelerini yok sayarak insan ve doğayı sömürülecek bir nesne haline dönüştürmektedir. Batı ürettiği bilgi ve ‘ahlakı’ dünyanın geri kalanına ihraç ederek seküler materyalizme/emperyalizme hizmet etmektedir.[2]

Emperyalist Epistemolojik Düşüncenin Ortaya Çıkışı

Emperyalist epistemolojik tasavvuru ortaya çıkaran en önemli argüman Tanrı’nın varlığının inkarı ya da Tanrı’nın öldüğü iddiasıdır. En iyi ihtimalle Tanrı, bilgi süreçlerine ve ahlaki sorgulamalara karışmamaktadır. Bu kabul dünyayı tanımlanabilir, ölçülebilir, sınıflandırılabilir, işgal edilebilir, kullanılabilir bir forma sokar. Bu form hümanist düşüncenin özüdür. Zira hümanizm, dünyayı anlamaya çalışırken Tanrı’yı devre dışı bırakarak insan merkezli bir bakış açısını benimsemektir. Materyalist seküler bakış açısına göre insan; üretici-tüketici, alıcı-satıcı, yöneten-yönetilen, işgalci-işgal edilen,… olarak tanımlanır. Bu tanım ve insan arzularını yücelten rasyonel, faydacı yaklaşım güçlü olanın zayıf olana tahakkümünü doğurur. 

Seküler materyalist paradigma maddi ve ölçülebilir olmadığı gerekçesiyle etik kavramını yok saymış, ondan boşalan yeri doldurmak için bu kavramı dönüştürerek fayda ve haz eksenli bir ahlaksızlığı meşrulaştırmaya çalışmıştır. Fayda ve haz aşkın ve manevi olanı reddederken yerine matematiksel ve istatistiksel bir bakış bırakır.

عبد الوهاب المسيري.. المفكر الذي تحققت نبوءته بشأن

Abdulvahab el-Messiri

İnsanı maddeleştiren, aşkın değerlerini körelten seküler materyalist paradigma siyaset teorisini de elbette sekülerleştirmek isteyecektir. Siyaset teorisindeki sekülerizm, bireysel anlamda hazzın muhafazası için devleti ve devletin çıkarını yüceltir. Bir süre sonra devlet, insandan ve insana ait olan bütün değerlerden daha kıymetli hale gelecektir. Haftada 45 saat çalıştırılan modern insan, mesai bitiminden yeni mesai başlayıncaya kadar alkol ve seks ile hazlarını tatmin edecek, bu kölelik düzeninden ancak unutarak uzaklaşacaktır. Devlet, insanı sömürerek üretim materyali olarak kullanmakta, pazar payını, askeri gücünü artırmakta, bunun karşılığında bireysel hazları temin ederek, güvence altına almaktadır.

Bu kölelik düzeni devleti: arz-talep dengesi, rekabet mekanizması, pazar payı için başka devletlerle bir çatışmaya sürüklerken; insanı: haz ve menfaatlerden uzaklaştıran aile ve kilise/cami gibi değerlerden koparır. Bu durum bir süre sonra kaçınılmaz olarak kendi dürtü ve hazlarından başka hiçbir aşkın değeri bulunmayan bir devlet ve birey inşa eder.

Aşkın değerlerini yitiren insan, üretim ve ilerlemenin, güç ve başarının kutsal değerler olduğuna ikna olduktan sonra, dünyanın ve kaynaklarının sonsuz olacağına, bu kaynakları kontrol etme, kullanma hakkının kendine ait olacağına inanır. O zaman sınırsız bir gelişme ve ilerleme ile dünya hakimiyeti düşüncesi dinin yerini alır ve seküler iman icat edilir.

Birey ve devleti sekülerleştiren bu adımlar, maddi hazzın hakiki mutluluk olduğu iddiası ile birleşince, ilerlemenin bedelleri göz ardı edilebilir hale gelir. Elde edilecek haz ve ilerleme karşısında kirlilik, yabancılaşma, toplumsal erozyon göze alınması gereken risklerdir. Bu bakış insanı ve yeryüzünü, hesaplanabilir, ölçülebilir, kontrol edilebilir bir fabrikaya dönüştürür. Bununla birlikte maddi olmayan, ölçülemeyen, sayılamayan, kontrol edilemeyen, aşkın ve ahlaki olan her şey özel/kişisel meseleler olarak değerlendirilerek dışlanır. Bu birey-devlet, aşkın olan bütün değerleri yok saydığı için hiçbir kural tanımayarak, sınırsız bir yayılma ve hâkimiyet peşinde koşacaktır.[3]

Emperyalist Epistemolojinin Kitlelere Pazarlanması

Emperyalist epistemolojide doğa ve insan materyalist birer kavramdır. İnsanlar, ağaçlar, yıldızlar, böcekler, kuşlar istifade edilebilir birer maddedir. Bu maddelerin bir özgünlüğü yoktur. Dini, ahlaki, tarihi, coğrafi bir değer taşımayan fizik kurallarına bağlı, Tanrısız birer nesnedir!

Kalemin Dansı, Göstergenin Oyunu - Seküler Emperyalist Epistemoloji (Prof.  Dr. Abdulvahab M. El-Messiri ) Fiyatı, Yorumları, Satın Al - kitapyurdu.comDoğa ve içindekilerden elde edilecek haz, tahakküm ve ilerleme, aşkın olmasa da içkin bir inanç doğurur. Bu içkin inanç rasyonel bir akılla bir araya geldiğinde dünyayı kontrol etme arzusunun kamçısıdır. Artan arz ve talep, üretim-tüketim döngüsü bir süre sonra sınırları ortadan kaldıracak emperyalist epistemoloji dünyanın geri kalanına ihraç edilecektir. Üretim ve pazarlama ile zenginleşen elit sınıf serveti üretenlerle adil bir biçimde bölüşmediği için, batı toplumlarında gerilim yaratan ve giderek güvenliği tehdit eden sosyal problemler ortaya çıkmıştır. Bu durum çok çalışan, çok üreten fakat yoksunluk sebebiyle az tüketen büyük bir çoğunlukla; üretmeyen, çalışmayan, sayılarının azlığı sebebiyle çok az tüketen zengin bir azınlığı doğuracaktır. Bir süre sonra bu iki sınıf dünyanın geri kalanında da yaygın bir ayrım oluşturacak ancak, gönüllü bir kölelik şeklinde bu durumu kabul eden toplumlar bu sorunla onlarca yıl sonra yüzleşebilecektir. Bilim ve teknolojinin gelişmesi, iletişim kaynaklarının yaygınlaşması hız ve hazzı dünya genelinde yaydığı gibi, emperyalist epistemolojiyi de dünya genelinde hâkim kılacaktır.[4]

Batılı/Emperyalist/Seküler   

Emperyalizm ile sekülerizm arasındaki bağ tahmin edilenden daha da güçlüdür. Hatta emperyalizm, batılı, seküler, materyalist ve epistemolojik paradigmanın bir tezahürüdür. Emperyalizm, sekülerizmi uluslararasılaştırırken; sekülerizm, emperyalizmin meşruiyetini tesis etmektedir.

Nazi Almanya’sının Yahudi, Slav ve Çingene’lerden bir bölümünü yok etmesinin ve sürgün etmesinin nedeni, bu insanların zayıf ve güçsüz olmaları ve bu sebeple üretime katkı yapamamalarıdır. Güçlü ve işe yarar kabul edilenler ise üretim mekanizmalarında değerlendirilmiştir. Almanya dışında kalan Batı ve Amerika’da bu Nazi uygulamasını birebir yerine getirmiştir. ABD, üretim mekanizmalarında kullanamayacağını gördüğü Amerikan yerlilerini soykırıma uğratmış, onların yerine daha uyumlu ve problemsiz gördüğü Afrika halklarını köleleştirerek kullanmıştır. Çünkü batı medeniyeti dünyanın faydalanılabilir, baskılanabilir, taşınabilir ve sayılabilir bir maddeden ibaret olduğuna inanır. Bu materyalist - faydacı zihin açısından milyonlarca Afrikalının köleleştirilmesi ve öldürülmesi Batı Medeniyeti Düşüncesi ile çelişmemektedir!

Batı bugün sahip olduğu refah ve ‘demokrasiyi’ seküler emperyalist paradigmasına borçludur. Batı, emperyalist tutkularını gerçekleştirmek ve hazlarını tatmin etmek için öteki dünyanın bütün tabi ve beşeri kaynaklarını sömürmüş, yerine ise onlara bu kirli paradigmanın ürettiği sorunları ihraç etmiştir.[5]

Emperyalist Epistemolojinin Yaşam Tarzına Etkisi

Emperyalist epistemoloji doğumdan ölüme kadar siyasetten ekonomiye, adaletten sosyal hayata bireyin bütün etkileşim alanlarını baskılar. Adeta insanın bütün hücreleri bu paradigma ile işgal edilmiştir. Bu paradigmanın kontrolündeki insan ev alırken ihtiyaçlarını değil, birkaç yıl sonra satması halinde ne kazanacağını düşünür. Kadın erkek ilişkilerinde duygular üzerinden değil, hazcı bir çıkar üzerinden ilişki üretir. Kadın cinselliği üzerine kurguladığı bu ilişki kadının fiziksel özelliklerinin değişmesi ile birlikte sona erer. Çünkü emperyalist epistemoloji istenilen fayda ve haz temin edilemeyince bu fayda ve hazzın başka kaynaklardan teminini öngörür.

Emperyalist epistemoloji kadın erkek ilişkilerini düzenlediği gibi aile bağlarını da kendi paradigmasına göre biçimlendirir. Üretime katılamayan insan değersizdir. Dünyada var olmanın nedeni üretime katılabilme kapasitesidir. İnsan yaşlandıkça verimini yitirir ve bir yerden sonra tamamen üretkenliğini kaybeder. Kendisinden verim alınamayan birey toplum için bir yüktür. Önce ailesi çalışma ritimlerini bozan ve hem maddi hem de manevi olarak külfet olan aile büyüklerini bakım evlerine gönderir. Hem bakımevine gönderen, hem de bakım evine gönderilen için normal bir davranıştır bu. Çünkü bakımevine giden de kendi ailesine aynısını yapmıştır. Sosyal güvenlik sistemine yük teşkil eden birey için hem ailesi hem de devlet bundan sonra gün sayacaktır.

Bu faydacı emperyalist düzen için insan, doğa, müzik, sanat, düşünce, bilim aklımıza gelen her şey faydalanılabilir, kullanılabilir, tüketilebilir birer nesnedir. Seküler emperyalist tasavvur dini, ahlaki, aşkın değerleri yıpratır, yok eder. İşlem tamamlandığında ise yok ettiği değerler yerine kendi değerlerini ikame eder. Bundan sonra sıra insan doğasının biçimlendirilmesine gelecektir.

Bunun için seküler emperyalist epistemoloji birkaç yol izler. Önce, insan doğası ile ilgili hususlar beşeri bilimlerden çıkarılır. Bunların yerine sayılar, istatistikler, parametreler yerleştirilir. İnsan doğasını besleyen edebiyat insan doğasından uzaklaştırılarak yapısal ve analitik bir düzleme çekilir. İnsanın savunma mekanizmalarını sekteye uğratacak insan hakları mekanizmaları üretilir. Reklam, moda, bilişim ve eğlence endüstrisi tarafından oluşturulan soyut ihtiyaçlar temel insan hakları olarak belletilir. Haklarını koruyan mekanizmaların olması insan için rahatlatıcıdır. Ona göre kürtaj hakkını, hazcı cinselliği muhafaza eden seküler yapının insanın düşünme özgürlüğünü kısıtlaması problem değildir. Ancak farkında olmadığı, bu hakların neredeyse tamamının üretim potansiyelini artırmak ve üretim araçlarını disipline etmek için kurgulandığıdır. Bu insan hakları mekanizmaları emperyalist seküler saldırıya karşı insanları savunmaz, insanların böyle bir talebi de yoktur!

Emperyalist epistemolojik tasavvurda en keskin sapmalardan biri cinsel sapkınlık olarak karşımıza çıkar. Doğrudan insan doğasına saldırı olan bu sapkınlık emperyalist epistemoloji tarafından insan hakları olarak sunulur. Giyinen tek canlı olan insanın soyunması (Kadın-Erkek), benim bedenim benim kararım gibi maddeci ve mülkiyetçi bakış açısının gelişmesi, beden sömürüsünün özgürlük kılıfında sunulmasından başka bir şey değildir.

Doğayı ve insanı biçimlendiren seküler epistemoloji önce insani alanı öldürür, sonra da Tanrı’yı yok eder. Tanrı’nın ölümü ile birlikte ihtiyaç-haz denklemine sıkıştırılan insan hayattaki merkezi fonksiyonunu yitirir. Merkeziyetini kaybettikten sonra Tanrı’dan da kurtarılarak tam olarak özgürleştirilir! Evrenin tek yasası rastlantıdır ve insanın tek hedefi hazlarını gidermektir.

Etrafta bu paradigma ile oluşturulmuş birçok devlet/yönetim vardır artık. Ancak; bütün dünya genelinde bu paradigmanın hakim olması için başkaca bir şey gerekmektedir. Devletlerin de üzerinde bu paradigmayı yönetecek ve kontrol edecek çok uluslu şirketlere gelmiştir sıra.  Bu aşamada üretim, haz, ilerleme gibi dürtülerle bölgesel kontrolü sağlayan devletler/yönetimler silikleştirilir ve yerine renksiz, kokusuz, dinsiz çok uluslu şirketler ikame edilir. Bu çok uluslu şirketler aşkınlığını yitirmiş, kendi insani dokusunu ve özgünlüğünü kaybetmiş, zevkleri için yaşayan kitleler oluşturur. Bunu yapmak için elinde moda ve reklam gibi argümanlar olduğu gibi devasa kitle iletişim araçları da mevcuttur.

Geniş dünya coğrafyasında emperyalist seküler tasavvurun inşası elbette şansa bırakılamaz. Dünya, küçülse bile insan elinin her an ulaşamayacağı kadar büyük bir coğrafyadır. Emperyalist seküler tasavvur buna da bir çözüm yolu bulur. Bilgi devrimi, iletişim devrimi, teknolojik ilerleme gibi kavramlar dünyayı global bir köye dönüştürecek kullanışlı enstrümanlardır. Biz dünyaya gidemiyorsak dünya bize gelsin der seküler emperyalizm. Üçüncü dünyadan insanlar, konferanslar ve eğitim için Batı’ya davet edilir. Üniversitelerin kapısı sonuna kadar açılır. Bu iş için milyonlarca dolarlık burslar tahsis edilir. Bu kurumlarda yetiştirilen insanlar çok daha ekonomik bir yolla hem seküler emperyalizm tasavvuruna eklemlenir, hem de ülkelerine döndüklerinde bürokratik ve siyasi mekanizmalarda seküler emperyalist paradigmanın hizmetine sunulur.[6]

Sekülerizm ve Modernite

Modernite söyleminin anahtar kavramı Doğa’dır. Doğa’nın alacağı biçim ve anlam modernite kavramının temelini oluşturur. Batı modernitesine göre Doğa ebedidir, kendi kendine var olur, kesin yasaları vardır, bu yasalar ne ihlal edilebilir ne de askıya alınabilir. Doğa kendisinden başka varlıklara, anlamlara izin vermeyen hepsini kapsayan bir bütündür. Ve bu bütün içinde insan da bir ayrıcalığa sahip değildir.

Bu referanslar kabul edildiğinde insan, Doğa’ya boyun eğmek mecburiyetindedir. Bu bakış açısına göre insan doğada bir maddeden ibarettir. Batı modernitesinin temeli de doğa-madde paradigmasına dayanmaktadır. İnsanın özgün kişiliği göz ardı edilerek doğa –madde denklemine iman edildiğinde, batının modernite söyleminin gizemi de çözülmüş olur. Tıpkı emperyalizmde olduğu gibi modernite söyleminde de başat aktör yine sekülerizmdir. Ancak bilinenin aksine batı modernitesi kısmi seküler değil, kapsamlı sekülerdir.

Kısmi sekülerlik, üçüncü dünya ülkelerinde bilindiği şekliyle din ile devlet ilişkilerini ayıran, mutlak veya kalıcı (ahlaki-dini) değerler hakkında sessizliğini koruyan, temel meseleler (kader, yaşam gibi) hakkında görüşü olmayan bir dünya görüşüdür.

Kapsamlı sekülerlik ise bambaşka bir bakış açısıdır. Kapsamlı sekülerlik, dini, ahlaki, insani olan tüm değerlerin sadece devletten değil aynı zamanda kamusal ve özel yaşamdan hatta dünyadan çekilmesini hedefleyen, norm ve değerlerin kaynağı olarak doğa-madde ilişkisini gören tehlikeli bir düzlemdir.

Doğa–madde düzleminde hiçbir ahlaki, insani, dini değere yer yoktur. Bütün süreçler kendi kendini harekete geçirir. Doğa yasaları denilen bu kurallar birebir insanlar içinde uygulanmalıdır. Batı modernitesi açısından değerlerinden arındırılmış bir bilim dünya görüşünün temelini oluşturur. Dünyayı insanların ihtiyaçlarına ve mutluluğuna göre şekillendirmek yerine; bireyin hayatını değerden arındırılmış, rasyonel, doğa yasalarına uyumlu şekilde dizayn eder. Bu bağlamda kapsamlı sekülerizm batı modernitesinin diğer adıdır. Birinden bahsedilirken söz edilen aslında ötekidir.[7]

Batı modernitesinin kapsamlı sekülerizm ile ilişkisi iki kavramın mücadelesi ile ortaya çıkar: aşkınlık ve içkinlik. İçkinlik, kaba bir tanımla içinde olmak anlamına gelir (Mündemiç). Genel olarak ise kendi kendine yeten, kendi kendine işleyen, kendi kendini açıklayan bir haldir. Ve bu hal aşkınlık kavramının karşıtıdır.

Aşkınlık ise, insanın gözlemlediği, deneyimlediği, bildiği alanın dışında, bilimsel olanın ötesinde bir yerdir. İçkinlik, en iyi ihtimalle Tanrı’nın yaratılmış dünyanın içinde bulunduğunu, bir parçası olduğunu kabul eder. Aşkınlık ise tanrının yaratılmış dünyanın ötesinde ve ondan bağımsız olarak var olduğunu düşünür.

İçkinlik Tanrı’nın varlığını inkar edebilirken, aşkınlık varlığın Tanrı’nın elinde olduğunu düşünür. İçkinliğe göre doğa-madde denkleminde; Tanrı, insan ve geri kalan her şey bu doğanın ürünü ve maddesidir. Aşkınlığa göre ise yaratan ile yaratılan arasında kapatılamaz bir mesafe vardır. Allah yarattıklarına çok yakın bile olsa (şahdamar) yarattıklarından farklıdır.

İçkinlik evreni, tek-bir organik bütün, öz, kendi kendine yeten, kendi kendini aktive eden ve kendini açıklayan bir madde olarak tanımlar ve insani alanı bu tanımdan tasfiye eder. Bu durum her tür düaliteyi ortadan kaldıracağı için (tanrı-insan, insan-doğa) bütün evreni basit bir monizm ile açıklar.[8]

İçkinlik eğer tanrıyı inkar etmiyorsa panteizme yönelir. Seküler materyalist panteizm batı modernleşmesinin bir başka temel paradigmasıdır. Doğa-madde paradigması ile materyalist panteizmin benzerliği dikkat çekicidir. Bu paradigma bize şu sloganları öğretir ve ezberletir:

‘Dünya (insanlık dahil) doğa yasalarına tabidir, yaşamak hayatta kalma mücadelesidir, sadece en güçlüler hayatta kalır, dünya organik bir bütündür, kadının bedeni onun kaderidir, madde kendi kendini düzenler, bilim değerden bağımsızdır, değerlerini kendisi belirler, her şey kutsaldır-hiçbir şey kutsal değildir’

Seküler emperyalist epistemoloji için içkinlik her şeydir. Kapsamlı sekülerizm bir içkinlik biçimidir ve içkinlik Tanrı’yı yok etme girişimidir. Tanrı yok olduğunda düalizm ortadan kalkar ve tanrı yerine iki yaratıcı geçer: kendini tanrılaştıran insan monizmi (emperyalist monizm) ve kendi kendini açıklayan doğal nesnenin düzenleyici olduğunu iddia eden natüralist materyalist monizm. İnsan Tanrı ve Doğa Tanrı!

Birinci tip monizm insanlığı doğanın üzerinde konumlandırır. İkinci tip monizm ise tam tersini yapar. Bu monizmler arası düalizm, içkinleşme süreci ilerledikçe ortadan kalkar ve kendini doğa-maddenin bir parçası kabul eden insan, materyalist monizme teslim olur. Teslim olunan natüralist materyalist monizm insan hayatının bütün alanlarında etkisini gösterecektir. Ekonomik alan hızla içkinleştirilir. Ekonomi, değerden arındırılmış, kendi kendini tanımlayan, herhangi bir ahlaki ya da insani kaygısı olmayan içkin bir alan haline gelir. Bu durum insan faaliyetlerinin diğer alanlarında da tekrarlanır.

Siyasi alanda devlet, dini ve ahlaki bir temelde meşruiyet aramaz. Onun yerine kendisini değerden arındırır, varlığı bizatihi haklılık sebebidir! Kendini doğrular, kendini referans alır, kendine atıflar yapar.

Dünya düzeni, ekonomik, siyasi, sosyal alanlarda kendini doğa-madde özellikleri ile donatan, içkin yasalar barındıran, kendine atıfta bulunan faaliyet alanları ile çıkar insanın karşısına. İnsanlık da aynı içkinleştirme sürecine (seküler, emperyalist, monist) tabi tutulur. Buna göre birey, tatmin edilmesi gereken hazları bulunan, emeği bir üretim aracı olarak kullanılabilen, ekonomik bir erkek-kadındır. Bir üretim materyali olmasının yanında pazar olması sebebiyle de bir tüketim materyalidir.[9]

İnsanı, devleti, ekonomiyi, sosyal hayatı içkin bir monizm ile yapılandıran seküler paradigma çevreyi de amaç eksenli dizayn etmelidir. Şehirler seküler emperyalist paradigmaya göre yeniden kurulur. Geniş caddeler, devletin bireye kolayca tahakkümünü sağlamak için, üretimi aksatmamak için ulaşımı kolaylaştırmak üzere yapılır. Hız ve haz üretimin en önemli argümanıdır.

Özü itibariyle monist olan seküler emperyalist tasavvur bütün dünyayı bir pazar olarak gördüğü için insanları tektipleştirmenin peşindedir. Çeşitliliğin olduğu, birden çok moda ve akımın yer aldığı bir piyasada pazar payı azalacaktır. Tek bir moda akımı, tek bir yaşam standartı, dizayn edilmiş alışkanlıklar ve ihtiyaçlar egemenlerin karlarını artıracak, üretim mekanizmalarını faal ve canlı tutacaktır. Bunun için iklim, coğrafya dikkate alınmaksızın tek tip bir yaşam modeli üretilir. İnsanların ihtiyaçları olmasa bile büyük evler satın alması, bu evlerde daha önceden belirlenmiş ihtiyaç dışı materyallerin kullanılması sağlanır.         Ortaasya ve Arap coğrafyasının şartlarına göre dizayn edilmiş çadır ve halı-kilim yerine masa ve sandalye pazarlanır. Klimalar, elektronik aletler, bilişim materyalleri en temel ihtiyaçlar listesindedir. Geleneksel sanatlar bir kenara bırakılarak dijital olarak üretilen tek tip ürünler kullanılmaya başlanır. Batılı paradigma insanlardan kendi özgün kimliklerini terk etmelerini istemekte, farklılıklarını yok ederek, sığ bir monizm dayatmaktadır.

Batı bu dayatmayı daha önce burslarla üniversitelerinde eğittiği ve batının üstünlüğüne ikna ettiği ‘aydınlar’ eliyle gönüllü bir biçimde yaptırmaktadır. İslami muhalif akımlar bile batının seküler materyalist ilerlemeciliğini kendisi için hedef olarak belirlemekte, batı karşıtı bir batıcılıkla var olmakta mahsur görmemektedir.

Tanrısız Bir Dünyada Seküler Bir Kavram: Hümanizm

Batılı epistemolojik paradigma evrenin merkezinin, evrenin dışında değil kendi içinde var olduğunu söyler. Bu bakışa göre Tanrı hiç var olmamıştır, var olmuşsa bile insan ile hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır. Böylece yaratıcı-yaratılan düalizmi ortadan kaldırılarak insan – tabiat monizmi meşrulaştırılır. Başka bir deyişle geleneksel aşkınlık metafiziği yerine içkinlik metafiziği monte edilir. Bu dünya görüşü karşımıza Hümanizm adıyla başka bir kavram çıkarır.

Hümanizm, evrenin merkezine Tanrı yerine insanı yerleştirir. İnsanı merkezileştiren düalizmi reddeden, materyalist monizme rıza gösteren bir sistemdir bu. Bunun anlamı insan ve doğa fenomenlerinin bir bütün olduğu ve her ikisinin de aynı yasalara aynı derecede bağlı olduğudur.

İnsanlık ile doğa arasında fark görmeyen, bilim ve bilginin kutsandığı materyalist monist seküler epistemolojik düzen insanlara; dünyada tek bir hukuk, tek bir kültür, tek bir insanlık olduğunu dayatır. Bugün içinde yaşadığımız (hala) çok kültürlü, çok hukuklu, çokça özgün insanlık, onlara göre doğal düzeninden sapmıştır ve bu sapma giderilerek tekli bir düzen yeniden kurulmalıdır! Bu anlayış aşkınlık metafiziğinin nihai ölümü, içkinlik metafiziğinin nihai zaferi anlamına gelmektedir.

Epistemolojik paradigmasını seküler, hümanist, emperyalist bir düzleme oturtan sistem ahlaki anlamda da teorisini geliştirecektir. Bu teoriye göre; kutsal, mutlak ya da teleolojik olan hiçbir şey yoktur. İnsanın bu dünyada varoluşunun amacı evren üzerinde tam kontrolü, doğaya hâkimiyeti, doğal kaynakları maksimum düzeyde kullanmayı sağlayacak bilgi birikimi gerçekleştirmektir.[10]

Tanrıyı öldüren, insanın tanrı tarafından onurlandırıldığını reddeden bu görüş insanı bir nesneye, maddi bir varlığa dönüştürür. Hiçbir nesnenin, hiçbir maddenin ahlak yasaları olamayacağı gibi kutsalı da olmayacaktır. O halde insanın ve hayatın amacı ne pahasına olursa olsun üretmek, tüketmek, kar elde etmek ve haz sağlamaktır.

Yukarıda bahsettiğimiz seküler emperyalist paradigmanın dünyayı taşıdığı yer bütün boyutlarıyla bir krizdir. Bu kriz ilerleme metaforunun arkasına gizlenerek bütün insanlığı kuşatmıştır. 

Pornografi, çevre kirliliği, savaşlar ve her türlü silahlanma, insanlığın içine savrulduğu psikolojik ve ahlaki sorunlar, bedeli hiçbir üretim materyali ile ödenemeyecek boyutta büyük bir yıkım bırakmıştır. Bu yıkım ve krizin aşılması elbette mümkündür ancak bunun için gerek İslam dünyasından gerekse Batı içinden muhalif seslerin kültür, tarih, siyaset, ekonomi, dünya, ahlak ve insan üzerine bütün kavramları yeniden tanımlamaları ve insana dair temel değerleri yeniden inşa etmeleri gerekmektedir. Bunun için de kapsamlı bir alternatif teoriye, materyalizm karşıtı bir kategoriye, alternatif bir bilim, din, tarih, kültür sosyolojisine ve süreklilik arz eden bir düşünme eylemine ihtiyaç bulunmaktadır.[11]

(Bu yazı UMRAN Dergisi -Ocak 2023 – 341. sayısında yayımlanmıştır.)

 
  1. Kalemin Dansı Göstergenin Oyunu (Seküler Emperyalist Epistemoloji) – Abdülvahab M. El-Messiri / Mahya Yayıncılık-2021

[2]A.g.e. Sayfa 11

[3]A.g.e. Sayfa 12-15

[4]A.g.e. Sayfa 16-17

A.g.e. Sayfa 18-20

[6]A.g.e. Sayfa 21-25

[7]A.g.e. Sayfa 28-29

[8]A.g.e. Sayfa 30-31

[9]A.g.e. Sayfa 34-36

[10]A.g.e. Sayfa 106

[11]A.g.e. Sayfa 149-155

Hiç yorum yok:

tagore