6 Kasım 2023 Pazartesi

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞINA DOĞRU


Finlandiya’nın NATO üyeliğine izin verilmesiyle birlikte ‘Dünya Barışı İçin İsveç ve Finlandiya’ya Hayır!’ (https://hertaraf.com/koseyazisi-dunya-barisi-icin-isvec-ve-finlandiya-ya-hayir-3492) başlığıyla bir yazı yazmıştım. 

Özetle NATO’nun soğuk savaştan sonra bir süre sakinleşen genişleme politikasının 1999 yılından itibaren ve saldırgan biçimde yeniden devreye alındığını; eski SSCB’nin (Varşova Paktı aklının) kuşatıldığını, bu kuşatmanın Finlandiya, İsveç ve Ukrayna’nın NATO’ya dahil edilmesiyle tamamlanmaya çalışıldığını belirtmiştim. 

Esasen, Suriye ve Ukrayna savaşlarının, Kırım’ın Rusya tarafından ilhakının NATO ile Varşova Paktı arasında  devam eden bir vekaletler savaşı olduğunu düşündüğümüzde, aradan vekillerin çekilmesinin ardından doğrudan bloklar arası bir sıcak savaşa doğru sürükleneceğimiz aşikardı.

14 ve 28 Mayıs seçimlerinin ardından iki ay kadar bir zaman geçti. Adalet ve Kalkınma Partisinin (AKP) seçim çalışmaları sırasında bütün kabinenin değişeceği, dış politikada ve ekonomide başka aklın öne çıkacağı konuşulmaya başlandı.

Akparti liderinin Mehmet Şimşek’le görüşmesi, mitinglerde Şimşek’in fotoğraf karesine girmeye başlaması yeni dönemin işaretlerini veriyordu. Nitekim seçimlerin ardından hızlıca kabine yenilendi. Ekonomi yönetiminin değiştirilmesi beklentilere uygun şekilde gerçekleşti. İlginç bir biçimde Merkez Bankası başkanlığına Amerika’dan Kemal Dervişvari bir biçimde atama yapıldı. Ardından politika faizi yüzde 8’den yüzde 15’e çıkartıldı. Üstelik bu agresif artışın daha başlangıç olduğu ifade ediliyordu.

Bu ekonomik sistem değişikliğinin dış politika ve uluslararası ilişkiler nezdinde de büyük değişikliklere sebep olacağı bekleniyordu. Yeni Ekonomi Bakanı görevi devraldığı toplantıda selefinin ışıldayan gözlerine bakarak ‘Türkiye'nin rasyonel zemine dönme dışında seçeneği kalmamıştır’ açıklamasını yaparak Akparti iktidarları döneminde içeriden yapılmış en sert eleştiriyi dile getirdi. 

Ardından yeni İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın görevini Süleyman Soylu’dan devralırken yaptığı ‘Temel referansımız, hukuk ve insan haklarıdır ve bundan asla taviz verilmeyecektir.’ açıklaması dikkat çekti. Bugüne kadar ne yapıldıysa yapıldı ama bundan sonra hukuk ve insan haklarından taviz vermeyeceğiz anlamına gelen bu açıklama Bakan Şimşek’in açıklamasından daha sert ve keskindi!

Bu açıklamaların reel politikte ne anlama geldiği kestirilemiyordu elbette. Yeni kabine uygulamaları ile açıklamaların arkasında duracak mıydı yoksa bunlar siyaseten edilmiş beylik cümleler miydi? 

Kamuoyu bu soruların cevabını çok beklemedi. Önce İçişleri Bakanlığı FETÖ dosyasından beraat eden , görevden ihraç edilmiş personellerinin göreve iade kararlarını uygulamaya başladı. Ardından da Diyarbakır’da şaşalı bir operasyonla gözaltına alınan ve 13 aydır tutuklu yargılanan gazetecilerin tahliye edildiği haberi geldi. Üstelik mahkeme heyetinin oy birliği kararı ile! İşin ilginç yanı bu karar tam da Başkan Erdoğan’ın bize Avrupa Birliği kapılarını açın, müzakereler yeniden başlasın diyerek İsveç’in NATO üyeliğine izin vermesinden 2 gün sonra oldu.

Kabinede yapılan en dikkat çekici değişiklik ise Dışişleri Bakanlığında yaşandı. Önceki dönemin Rusya, Suriye, İsrail, Mısır gibi en kritik politikalarını yöneten Mevlüt Çavuşoğlu, parti içinde çok da ‘başarılı’ bulunuyorken yerini Hakan Fidan’a bıraktı.

Dışişleri Bakanlığı devir teslim töreninde diğerlerinde olduğu gibi bir sorun yaşanmadı, taraflar vatanın bölünmez bütünlüğü Türk milletinin menfaatleri gibi alışılageldik cümlelerle toplantıyı bitirdiler. Ancak etkileri itibariyle hem Ekonomi yönetiminden hem de İçişleri Bakanlığından sert dönüşümler Dışişleri Bakanlığında yaşandı.

Fidan’ın istihbarat başkanlığından itibaren sürdürdüğü Mısır, Suriye, İsrail görüşmeleri seçimlerin ardından hızlıca devreye alındı. İsrail’le seçimlerden önce adımlar atılmıştı ancak SİSİ’nin Türkiye ziyaretinin tarihinin netleşmesi, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’la ilişkilerin ‘dostane’ şekilde ilerlemesi, Yunanistan’la seçimlerden sonra geliştirilen ‘yumuşak’ ilişkiler yeni dönemin özelliklerini gösteriyordu. 

Türkiye’nin en sert politika değişikliği ise Rusya ile ilişkilerinde yaşandı. İttihat ve Terakki gibi ne yaptığını bilmeyen çıkıkları saymazsak Osmanlının son yüzyılından itibaren uygulanan hariciyenin denge politikası ilk kez bu kadar derinden sallandı! 

Erdoğan’ın Ukrayna Devlet Başkanıyla yaptığı basın toplantısında dile getirdiği ‘Ukraynanın NATO Üyeliğini hakettiği’ açıklaması bir şok etkisi yarattı. Bu açıklamaya karşılık olarak birkaç saat sonra Amerikan başkanının Ukrayna savaşı devam ederken üyelik değerlendirilemez, bu NATO’yu savaşa dahil eder sözleri de dikkat çekti! Sıcağı sıcağına diğer NATO ülkeleri tarafından da benzer açıklamalar yapıldı ancak; Erdoğan’ın sözlerinin yanlışlıkla söylenmiş olamayacağı açık!

Nitekim birkaç gün önce Vilnius’ta gerçekleştirilen NATO zirvesinde NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, ‘Ukrayna hiç olmadığı kadar NATO'ya yakın’ açıklaması yaparak baklayı ağzından çıkardı. NATO zirvesinde alınan bir başka karar ise İsveç’in NATO üyeliğine izin verilmesiydi. Esasında Kur’an yakma eylemi gerçekleştirilmeseydi çok daha önce İsveç’in üyeliği onaylanacaktı. Ancak yeteneksiz İsveç yönetimi bu eylem ile süreci uzatmıştı. Türkiye’nin de Kur’an yakma eyleminin kamuoyunda yarattığı heyecan biraz zayıflasın, zamana yayalım tavrı, herhangi bir zamana yaymaya dahi fırsat verilmeden onaya dönüştürüldü.

İsveç’in NATO üyeliğine karar verilmesiyle birlikte Türkiye sınırlarından itibaren İsveç’e kadar Rusya NATO tarafından kuşatılmış oldu. Rusya ile ilişkiler iyi iken Yunanistan’dan itibaren başlattığımız kuşatma, Türkiye’nin Rusya’ya karşı batı bloğundan yana tavır alması ile Gürcistan’dan itibaren genişlemiş oldu. İleride Ukrayna’nın da NATO’ya dahil edilmesi ile Rusya’nın içlerine kadar sokulacak bir NATO gücü oluşacak. Gürcistan’ın NATO üyeliği ise dengeleri gözetmek adına biraz ertelendi. Ancak olası bir sıcak savaşta Gürcistan’da bir cephe olarak hızlıca NATO’ya dahil edilebilir. 

Devam eden Suriye savaşının nedeninin ESED ve katliamları olmadığı, Suriyedeki/Akdenizdeki Rusya çıkarlarının batı bloku tarafından hedef alındığı, Ukrayna yönetiminin halkını katlettirmek pahasına bu oyuna gönüllü asker olarak yazıldığı, Rusya’nın büyük bir hataya zorlandığını söylemek mümkün! Emperyal bir devlet olarak Rusya’nın çıkarlarını korumak için Ukrayna’ya saldıracağını öngörmek NATO için hiç de zor olmamıştır!

‘Arap Baharı’yla başlayan süreçte Afrika’dan Ortadoğuya kadar neredeyse bütün ülkeler etkilenmiş, bu dalganın Türkiye ve İran’ı hedeflediğini, bu coğrafyanın sınırlarının yeniden çizileceğini ve paylaşılacağını konuşmuştuk. Ama hiç birimizin aklına Rus Baharı’nın olgunlaştırıldığı, asıl fırtınanın Rusya’da koparılacağı gelmemişti. Plan bu muydu yoksa duruma göre revize mi edildi bilemeyeceğiz. Ama bildiğimiz bir şey varsa Rus Baharı için bütün şartlar oluşturuldu.

Türkiye’nin yaşadığı keskin politika değişikliğinin ülke adına nasıl sonuçlar doğuracağını tahmin etmek güç. İki emperyal blok arasında, gücünün sınırlarını bilerek yürütülen bir denge politikasından vazgeçmenin elbette bedelleri olacak! Rusya komşumuz olarak sınırlarımızın dibinde daha yüzlerce yıl kalacak iken batılı emperyalistler yanında doğrudan yer almanın ne kadar doğru olduğunu zamanla test edeceğiz. 

Bugün yaşadıklarımız Etyen Mahçupyan’ın Yeni İttihatçılık (https://farklibakis.net/alinti/etyen-mahcupyan-yeni-ittihatcilik-onurlu-fasizme-davet/ ) olarak tanımladığı düzlemle birebir örtüşüyor.

Geçmişte Alman Donanmasına ait Breslau ve Goeben savaş gemileri İngiliz donanmasından kaçarak, boğazlardan geçmiş Karadenize açılmıştı. Rusya’nın sıkıştırması üzerine İttihatçı imparatorluk yönetimi gemilerin satın alındığını isimlerinin Midilli ve Yavuz olduğunu açıklamıştı. Bu sırada Osmanlı bayrağı çeken gemiler Rus limanlarına doğru yol alıyordu! Sonrası malum. 3. dünya savaşının giderek yaklaştırıldığı bir zamanda sonumuz benzemesin!

Hiç yorum yok:

tagore