4 Mart 2009 Çarşamba

Ulusalcı mısın, Milli Görüşçü müsün?



Bazı şeylerin insan hayatında hiçbir karşılığı yoktur.
Cumhuriyet Hak Partisinden herhangi bir milletvekilinin herhangi bir konuda ne diyeceği hiçbirimizi şaşırtmaz, tıpkı Milliyetçi Hareket Partisinden herhangi bir görevlinin söyleyeceği herhangi bir söze şaşırmayacağımız gibi…
Ama Özgürlük ve Demokrasi partisinden eski adıyla aşkın partisinden biri çıkarda ulusalcı -faşist sözler söylerse orda durursunuz.
Yirmisekiz Şubat’ın şüphesiz en büyük mağduru Milli Görüş hareketi içinde geçerlidir bu…
Uzun uzadıya MNP’den SP’ye gelinen noktayı yazacak değilim…
Kısaca şudur ki Milli Görüş uzun geleneği boyunca statükoyla, kurulu düzenle mücadele etmiştir.
Ancak bu mücadele öyle zannedildiği gibi karşıtlık esasına dayalı bir mücadele değildir.
Milli görüş vatan millet Sakarya tekerlemesinin en uygun yatağı olmuştur hep.
Kıbrıs meselesinde, ermeni meselesinde, kürt meselesinde resmi görüşün vazgeçilmez savunucusudur.
İşin kötü yanı her seferinde savunduğu değerler üzerinden tokatlanmıştır milli görüş…
Soğuk savaş zamanlarında sınırsız destek verdiği militer güçler, ılıman havalarda hep hareketin önünü kesmiş, budamış, bölmüş, tırpanlamıştır.
Darbeler, darbe girişimleri, muhtıralar hep savunulan, korunan kutsal militer güçler tarafından gerçekleştirilmiştir.
Numan beyin genel başkanlığı hareket içerisinde bir değişime tekabül etse de eski kadronun etkinliği gün gibi ortadadır.
Ergenekon soruşturmasında Kurtulmuş’un takındığı ilkeli tavrın parti tavanında ve tabanında karşılık bulduğunu iddia etmek hiç kolay değil.
Hareketin yayın organı operasyonu önceleri teğet geçerken, ilerleyen zamanlarda daha ciddiye aldı, kabul.
Ergenekon karşıtı sağlam yazılarda yayımlandı Milli Gazetede… ama…
Öyle yazılarda vardı ki saç baş yoldurdu.
Bu yazarlardan birisi Hasan Ünal.
22 Temmuz muhtırasının redaktörü olarak adı geçti önce, hem Milli Gazete’de, hem Yeniçağ’da yazı yazan ender kalem sahiplerinden biri oldu…
Redaktör iddialarından sonra genelkurmaya girip çıktığını, akademisyen kimliğiyle genelkurmayda brifingler verdiğini de itiraf etti, Milli Gazete yazarı.
Ergenekona ilişkin en ciddi sulandırma hareketini yürüttü.
Doğrudan ergenekona karşı olmayan ama arada “ABD varsa…” diye söze girerek operasyonu tabanda illegal kılmaya yönelik yazılar yazdı.
Şöyle diyordu HasanÜnal bir yazısında:
“Gözaltı dalgalarından epeyce memnun kesimden gelen açıklamalar, soruşturmanın arkasında dış güçler olabileceği yönündeki kanaati kuvvetlendiriyor. Geçenlerde Hürriyet yazarlarından birisinin köşesinde de konu olduğu gibi, bir akademisyen son gözaltı dalgasının hükümetten ziyade küresel dinamiklerin etkisiyle yapıldığını söylemiş. Ona göre küresel bir irade ortaya çıkmış ve böyle olmuş.
Ama aynı gazetecinin esas anlattığı bir husus var ki, bizce, bütün röportajın en önemli tarafını oluşturuyor. Bu işte Amerika esas rolü oynamış ve anlaşıldığı kadarıyla oynamaya devam ediyormuş. Dosyaların bile ABD'den geldiğini düşünüyormuş. Operasyonun kendi gücümüzle yürütülmekte olduğunu zannetmiyormuş. Bu gazeteciye göre Avrupa Birliği'nin ve Amerika'nın Türkiye'nin demokratikleşmesinde büyük menfaatleri varmış...
Aynı varsayımdan hareket edecek olursak, şimdilerde rahatsız olacakları o kadar hadise var ki... Gazze katliamları üzerine milletimizin her kesiminin gösterdiği asil tepkilerin İsrail ve Amerika'yı rahatsız etmemesi düşünülebilir mi? Ayrıca Kıbrıs konusunda sona doğru mu yaklaşılıyor ve bu tartışmalarla ve muhtemel yeni gözaltılarla Kıbrıs konusunda milletin göstereceği tepkinin şimdiden önü mü alınıyor? İşin içinde ABD varsa... Ne dersiniz? (İşin İçinde ABD Varsa- 13.01.2009- Hasan Ünal Milli Gazete”
Şıracının şahidi hürriyet yazarı!
Muhtemelki Ergenekon operasyonunun arkasında küresel güçler de var.
AKP iktidarının devlet içi çeteleşmeye karşı bu kadar dirençli bir operasyona cesaret edebileceğini sanmam.
Hatta bana kalırsa Tayyip beyin elinde olsa operasyon çoktan sona ermiş, üzeri kapatılmıştı. 28 Şubat darbesini ABD ve yerli işbirlikçilerinin planlayıp uyguladığını düşününce dün kan kardeşi olanların bugün nasıl kan davalısı olduklarını da sorgulamak gerekiyor.
Dün tapındıkları ABD, onlar için bugün tükaka.
Bir başka yazıda ise:
“Ümraniye soruşturmasının arka planında Amerika olduğuna dair bilgiler artıyor. Bu konuda açıklama yapanların soruşturmaya, gözaltılara ve tutuklamalara alkış tutan taraftarı olmaları fevkalade önemli. Son açıklama ve yorumları yapanların söyledikleri, sanki çok 'özel' bilgilere sahip olduklarına işaret ediyor.
Salı günü bu köşede ele aldığımız bu değerlendirmelere son iki günde yeni unsurlar eklenmeye başladı.
Buna göre Amerika'nın özellikle rahatsız olduğu emekli genelkurmay başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu imiş.
Sebebi de Kıvrıkoğlu'nun, kendi döneminde Türk Silahlı Kuvvetleri'nin rotasını Amerika'dan bağımsız hale getirmesiymiş.
O dönemde Amerikan Silahlı Kuvvetleri'nde görev yapmakta olan ve bir kısmı da Türkiye uzmanı sıfatını taşıyan personelin çeşitli dergilerde Kıvrıkoğlu'nun başındaki Türk Silahlı Kuvvetleri'ni Amerika'nın Ortadoğu'daki kirli projelerine destek olmayacak kadar bağımsız hareket etme eğiliminde olduğuna dair yazılar yazdıklarını da biliyoruz.
Meğerse o yazılar tesadüf değilmiş ve uzman birilerinin kendi başlarına yazdıkları değerlendirmeler hiç değilmiş.
Kıvrıkoğlu'nun o dönemde Türkiye'nin PKK ile mücadelesini askeri alanda başarıyla sonuçlandırdığını; PKK'ya yardım ve destekte ısrar eden Hafız Esat yönetimini Ekim 1998 kriziyle devre dışı bıraktığını; Abdullah Öcalan'dan dolayı Yunanistan'ı epeyce sıkıştırdığını ve daha 1997 Ocak ayında Rumların Rusya Federasyonu'na sipariş vermeleriyle başlayan S-300 krizini çok başarılı bir şekilde yürüttüğünü ve takındığı kararlı tutumla bu füzelerin Kıbrıs'a yerleştirilmesine izin vermediğini de biliyoruz.
Demek ki bütün bunlardan dolayı Amerika çok rahatsız olmuş ve şimdi bu son soruşturma ile intikam alıyor.
Eğer bunlar doğruysa veya bunların binde birinde doğruluk varsa, o zaman Türkiye'deki rejime demokrasi demek epeyce zordur.
Ayrıca bütün bunlar doğruysa, soruşturmanın iki ana amaca hizmet eder hale getirildiğini söylemek mümkündür.
ABD intikam mı alıyor?,15 Ocak 2009 Milli Gazete, Hasan Ünal”
Hasan Ünal hani bu günlerde telefon görüşmeleri dinlemeyle net’e düşen eski Genelkurmay başkanından bahsediyor.
ABD hoşlanmıyormuş Kıvrıkoğlu’ndan…
PKK ile mücadele sosu katılmış, ulusalcılığı kutsayan, statükoyu yücelten bu yazı ortalıkta dolaşan dinleme kayıtları ile daha da anlamlı hale geliyor.
Yazar diyor ki, ABD’nin hedefi haline geldi ise Kıvrıkoğlu’nu kutsamalıyız!
Darbe yapmak istediyse vatan sevgisinden yapmıştır!
Ve ister istemez akıllara başka sorular da geliyor.
Hasan Ünal 22 Temmuzdan önce de mesela 28 Şubatta Kıvrıkoğlu ile görüşmüş müdür?
O dönemde de muhtıra/darbe redakte etmiş midir?
Bir akademiysen! Olarak 28 Şubat darbesinde görev almış mıdır?

Bu kadarla bitmiyor.
Milli Gazete’nin bir başka yazarı da ulusalcılara methiyeler diziyor.
Rıfat Ilgaz’ın eşi Afet Ilgaz belki sadece duygusal bir refleksle Banu AVAR’ı sahipleniyor. Üstelik aynı yazıyı birkaç ay arayla tekrar yayınlayarak.
Operasyonlar sırasında emekli paşalara uygulanan tavrı eleştiriyor ve gözlerinin dolduğundan, vatana millete bunca emeği geçmiş emekli paşaların bu muameleyi hak etmediklerini söylüyor.
Afet Ilgaz’ın yazılarında da ortak bir ABD vurgusu göze çarpıyor:
“Şu son gözaltına almalarda sık sık "28 Şubat'ın rövanşı alınıyor" yorumlarını dinliyorum. Bu, yanlış bir değerlendirmedir. 28 Şubat'ın düğmesine Fransız Mason locasında basıldığına dair çarşaf çarşaf mektuplar yayınlamıştı." İktidar Müslümanlara hoş görünmek için şöyle bir kanaat uyandırıyorsa, bu bir yanlış bilgilendirmeden başka bir şey değildir. Bugün yapılanları Erbakan Başbakanken yapıldığını tasavvur edebiliyor musunuz? Erbakan orduya Cumhuriyete ve yasalara çok saygılı bir devlet adamıydı. Bu devlet adamı olma vasfının altını çiziyorum. Türkiyeyi böyle ikiye bölmek bir yana, AKP iktidar olunca:
"Artık sağcı solcu yok, millî gayri milli vardır" tesbitini yaparak Türkiye'yi doğru bir çizgide birleştirmek isteyen bir devlet adamıydı. Bu gözaltına almalarda General Çevik Bir'in niye adı geçmiyor? Asıl "balans ayarı yapan" o değil miydi? Ayrıca o ve Tayyip Bey, ABD'de Yahudi ödüllerinden sanırım ADL ya da Jinsa ödülünü almamışlar mıydı?
Başlığa dönersek, her taşın altından ve her hadisenin altından İsrail'in ve ABD'nin çıktığını düşünür hatta buna bir de AB ilave ederseniz, Türkiye'nin ve İslâm aleminin yaşadığı faciayı biraz anlamlandırabilirsiniz. Hangi hadiseyi kaldırsan, altından İsrail ve ABD çıkıyor11.01.2009 Milli Gazete”
“Erhan Göksel'in gözaltına alınmasına herkes çok şaşırdıydı. Neyse, bu konuda epey bir şeyler yazıldı. Yazılmıyan bir şey var ki, o da bazı konuşmalardan dinlediğim ve bazı yazarlardan okuduğum, ifadesini verirken kendisini ağlatan şu sözlerdi:
"Ben nisan ayında Türkiyemizin başına gelecek olaylara dikkat çekmeye çalıştım. Seçimlerden sonra bölge belediye başkanları bazı bölge milletvekilleriyle birlikte Barzani'nin desteği ile BM'ye müracaat edecekler. ABD ve AB'nin desteğini alarak BM'den barış gücü askeri talep edecekler. Ve ne yazık ki Türkiye aleyhine karar çıkartacaklar. Bunlara dikkat çekmek, ülkemin bölünmesini engellemek için konuşuyorum. Bunun için araştırma yapıp yazıyorum. Ama bana çete (Ergenekon) suçundan gözaltına alınmak reva görüldü. Artık bu işleri bırakıyorum. Evimde sessiz sedasız oturacağım."
İşte, millî değerleri savunanları böyle etkisizleştirmeye çalışıyorlar ama merak etmeyin, bu ülkeyi koruyan maddi ve manevi kuvvetler var. Onları yıldıracak bir iktidar gücü de yok! 28. Şubat.2009 Milli Gazete”
Tüm bunların üzerine bir televizyon kanalında SP Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Veysel CANDAN’ın sözleri ekleniyor. Bir süre sonra yaptığı açıklama ile haberi yalanlıyor ve diyor ki:
“28 Şubat’ın en büyük mağdurunun bizim partimiz olduğunu, Ergenekon soruşturmasının sonuna kadar sürdürülmesini, ancak bu soruşturma esnasında hukuka uygun davranılmasını, kendimize yapılacak haksızlığa karşı çıkarken başkasına yapılan haksızlığa da karış çıkmamız gerektiğini, bu çerçevede insanların hakkında dava açılmadan ve iddianame hazırlanmadan aylarca tutuklu kalmasının haklı gerekçeleri bile haksız kılabileceğini, gündüz vakti bulunabilecek insanların gece yarısında gözaltına alınmasının pek hoş bir durum olmadığını ancak ortada hukuksuz bir yapılanma varsa bununda sonuna kadar soruşturulması gerektiğini düşünüyoruz.”
Ne yalan söyleyeyim bu açıklama beni kesmedi. Sayın Candan delillerin karartılması tehlikesini göz önüne almalıydı. Ortalığa bırakılan mermilerin, el bombalarının mantar gibi şehrin heryerinde bulunan cephaneliklerin “evimizde yakalatmayalım” kaygısından olduğunu bilmeyenimiz var mı?
O halde emekli paşa da olsalar, yazar, düşünür patron siyasi kim olursa olsunlar cumhuriyet tarihinin en önemli davasında zihinlere şüphe düşürecek açıklamalardan kaçınmak gerekmez mi?
Üstelik 28 Şubatın şüphesiz en büyük mağdurlarının bu konuda daha dikkatli olmaları gerekmez mi?
Numan Kurtulmuş’un işi gerçekten çok zor.
Bir yanda akademisyen kılığında ulusalcı ve derin bağlantıları göze çarpan bir yazar, diğer yanda edebiyatcı kimliğiyle duygusal yazılar kaleme alan bir başkası ve son olarakda dilinin kurbanı bir başkan adayı…
Artık bu can alıcı soruyu sormanın vakti geldi: Ulusalcı/ergenekoncu musunuz, Milli Görüşçü müsünüz?

cyrano de bergerac

Hiç yorum yok:

tagore