23 Temmuz 2009 Perşembe

pabucumun laikçileri...

Üç ayların içindeyiz.
Geçen pazarı pazartesiye bağlayan gece de Mi’raç kandili olarak kutlandı, neredeyse bütün İslam coğrafyasında.
Üç aylar dediğimiz zaman süreci, Müslüman kitleler için büyük önem arz ediyor aslında.
En ehli keyf, en beynamaz olanlarımız bile bu sürede daha dikkatli davranıyor ibadetlerinde, bu ayı oruçla ve gece namazıyla süsleyenlerin yanı sıra…
Üç aylarda suç işleme oranlarının azaldığı da emniyet kayıtlarından biliniyor.

Bu üç aylarda da Cuma namazları geri kalan dokuz aya oranla daha dolu geçiyor, camiler doluyor ve taşıyor Cuma namazlarında.
Hiç dikkatinizi çekti mi bilmem, neredeyse üç beş aydır Cuma namazı saati 13.00’ten sonrasına denk geliyor.
Türkiye’nin en batısında ise 13.15’te ancak giriyor Cuma saati.

Cuma namazı kılanlar bilirler, ilk sünnetiydi, hutbesiydi farzıydı en az 45 dakika sürer Cuma namazı.
Oda farzından sonra terk etmek şartıyla.
Son sünnetine kadar kılayım derseniz, tesbihatıyla birlikte bir saat onbeş dakika.
Serbest meslek sahibi iseniz çok sorun değil, zira Allah Cuma saati işi – gücü, alışverişi bırakın ve namaza koşun diyor.
Peki ya devlet memuru iseniz…
Diyanet İşleri Başkanlığı eskiden ileri saat uygulamasında genelge yayınlar ve ezanın geciktirilerek okunmasını, namazında 12.30 da kılınmasını isterdi.
Böylece devlet memurları Cuma namazını kaçırmamış olurlardı.
Ancak bu uygulama ileri saat uygulaması ile sınırlı.
Ve namaz vaktinin saat 13.00’ü bulduğu durumlarda bir anlam ifade etmiyor.
Memurların Cuma namazı kılabilmesi kamu idarelerinde ki yöneticilerin keyfine teslim edilmiş oluyor o halde.
Çoğu idareci personeline müsamahalı davranıyor elbette ama bu müsamahanın heran değişebileceği de geçmişten biliniyor!

Kaldı ki laik olduğunu iddia eden bir devlette, devletin yurttaşlarının dini özgürlüklerini temin etmesi ve kolaylaştırıcı düzenlemeler yapması elzem.
Ancak bu söylediğim dinlere eşit mesafede duran ve ayrımcılık yapmayan laik ülkeler için geçerli.
Türkiye gibi nihilist laikçi geleneğiyle meşhur ülkelerde geçerli değil!

Devlet laikçi gelenekten kurtulsa ve bütün inançlara aynı mesafede dursa ne olacak?
Sorun çözülecek mi?
Elbette hayır.
Bu kez laikçiliği fundamental bir sapkınlık halinde benimsemiş türk solu çıkacak karşımıza.
Bar solculuğu ve gazino devrimciliğinden mülhem bu kökten laikçi akım bütün kuvvetleriyle yüklenecek siyasi iktidara.
Çelişkiye bakın ki, din elden gidiyor nidalarıyla Selanik ordusu da yürümüştü İstanbul hükümetinin üzerine…
İT (ittihat ve terakki) geleneği çağlar üstü bir derin yapılanmayla yine karşımızda!

İşin garibi bu baradam’lar ve gazino magandaları iman ettikleri laikçilikte bile samimi değiller.
Putlarını yeme konusunda genetik yatkınlığa da sahip olan bu canlı türleri işlerine geldiğinde dini alanın nimetlerinden de fütursuzca yararlanabilirler.

Ramazan ayında oruç tutanlarla birlikte mesaiden erken ayrılırlar mesela.
Mesaiyi erken terk etmenin laikçiliklerine halel getireceğine küçücük beyinleri ihtimal vermez.
Kurban ve ramazan bayramlarında 9 günlük tatil keyfini en çok onlar çıkarır.
Ve dini alanın bayramlarından istifade etmede de herhangi bir sakınca görmezler.
Zira tatlı su laikçiliği hücrelerine öylesine işlemiştir ki…

Bugüne değin, oruç tutmadığı için mesaiden geç ayrılan veya dini bayramların tatillerini reddeden bir laikçiyle karşılaşmadım hiç.
Muhtemelen benden önceki nesilde görmedi ve muhtemel ki benden sonraki nesilde görmeyecek böylesine namuslu bir laikçi!

Evet haklısınız, ahlak sahibi olmak ayrı bir şey, ayak takımından olmak başka!
Üstelik fikir namusu da herkesin taşıyabileceği bir yük değil…




Cyrano De Bergerac
20.07.2009

Hiç yorum yok:

tagore