31 Ekim 2010 Pazar

YASAK RAPORU / HAYALLE GERÇEK ARASINDA




Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu Cumartesi günü (30 Ekim) iki yüz kırk sekizinci (Rakamla 248) eylemini gerçekleştirdi, Sıhhiye Abdi İpekçi Parkında.
Ecenur, Diyarbakır’da iki yıldır okuluna başörtülü girebilmek için direniyor.
Kocaeli’nde, Sakarya/ Akyazı’da, Van’da, Bursa’da, Konya’da çoğunlukla Mazlumder öncülüğünde bir araya gelmiş aktivistler var.
Kimi her hafta, kimi on beş günde bir yasağı unutturmamak için çalışıyor.
Ankara’da neredeyse bütün üniversitelerde bazılarında bütün fakülte ve bölümlerde, bazılarında sadece belirli fakülte ve bölümlerde başörtüsü yasağı sürüyor.
Anadolu’nun çeşitli illerindeki üniversitelerde de yasakta direnenlerin olduğunu biliyoruz.
Bazen yasak öyle anlamsız bir hal alabiliyor ki, aynı stajı farklı iki hocadan alan aynı sınıftaki tıp fakültesi öğrencilerinin birinin başı açılmaya zorlanırken diğeri “Size saygı duyuyorum” denilerek içeri alınabiliyor.
İçeri girebilen giremeyen arkadaşı yüzünden derse girdiğine sevinemiyor, diğeri içeri alınmadığı için giren arkadaşına imreniyor.

CHP ve AKP arasında sanki bir mutabakat var.
Hizmet alan/hizmet veren ayrımında fit olmuş durumdalar.
Bu anlaşmaya sadık kalındığı sürece CHP sessiz takibini sürdürecek.
AKP ise seçime kadar yasağın fiilen çözümünü bekleyecek.
Bu arada omzu kalabalıklar resepsiyona gelmemişmiş, başörtülüler girdi diye salonu terk etmişmiş çok önemli değil!

CHP ile AKP arasındaki yazılı olmayan uzlaşma beyanatlara da yansıdı geçtiğimiz günlerde.
Eğitim Bakanının İlkokullarda Başörtü talebini provakasyon olarak nitelemesi ve zamanlamasına dikkat çekmesi manidardı.
Hemen ardından Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Zafer Üskül’ün kutsal devletçi açıklaması geldi. “Gerekirse devlet çocukların velayetini alır”
Bunlar tesadüf değildi elbette.
İsterseniz Eğitim Bakanı’nın “Tam da türban sorununu çözüyorduk” diye bahsettiği üniversitelere bakalım, çözülen neymiş, Ankara üniversiteleri çapında bir değerlendirelim.

Gazi Üniversitesi İktisat Kampüsü: YÖK’ün yazısından sonra iki hafta başörtülü öğrenciler derse girebildi. Sonra dekanın canı sıkıldığı için derslikler dışında kampüse dahi başörtülü girişler yasaklandı.
Hacettepe Üniversitesi: Kampüslerde farklı bölümlerin farklı uygulamaları var. Kimi az sayıda kampüse başörtülü girilebilirken, çoğunlukla kampüse yaklaşılamıyor bile! Derslerde sözlü uyarı, ardından tutanak tutuluyor. Özellikle bazı bölümlerde hocalarla ve yobaz öğrencilerle uzun tartışmalar, gerginlikler yaşanıyor. Bazı kampüslerde öğrenci yurduna, öğrenci yemekhanesine ve kütüphaneye başörtülüler alınmıyor.
Başkent Üniversitesi: Kampüs girişlerinde birkaç tartışma sonrasında girişler serbest. Derslerde sözlü uyarı yapılıp, tutanak tutuluyor. Hocalar öğrencileri “Yakında Danıştay’dan karar çıkacak göreceksiniz” diye tehdit ediyor.
ODTÜ Bütün Bölümler: Kimya bölümü gibi gerici alanlar dışında genellikle hocalarla sıkıntı yaşanmıyor. Ancak; kampüs girişlerinde her sabah Üniversitenin GÜVE’leri tarafından otobüsler durduruluyor. Başörtülü öğrencilerden otobüslerden inmeleri isteniyor. Kimliklerine el konulmaya çalışılıyor. Uzun tartışmalardan sonra direnen öğrenciler içeri girebiliyor. İstisnasız her sabah güve’lerle öğrenciler arasında gerilim yaşanıyor. Bununla birlikte yobaz öğrenciler ve yobaz otobüs şoförleri ile de boğuşmak zorunda kalıyor başörtülüler.
Ankara Üniversitesi: Pekçok kampüse başörtülü girilemiyor. Öğrenciler başlarını açmak ya da peruk takmak zorunda kalıyor. Derslerde keyfi uygulamalar var. Yasağın en katı uygulandığı bölümler bu üniversitede.

Eğitim Bakanının tam da çözdüğü başörtüsü sorunu böyle yaşanıyor işte Ankara’da. Birde işin hakaret kısmı var ki şimdi ona hiç girmeyeyim. “Göz zevkimi bozuyorsun”dan, “Çok çirkinsin”e kadar uzayan kabarık bir liste var elimde…

İşin birde mahalle baskısı var elbette.
Çocuklar iki tür baskının altında eziliyorlar.
Bir yanda kendileri gibi düşünen ama “Yine başımıza iş açacaksınız, ne güzel alışmıştık” diye söylenen kuru bir kalabalık…
Diğer yanda “Burası beyaz Türklerin, sizi istemiyoruz” diyen ulusalcı yobaz öğrenciler.
Bırakın ulusalcılara anlatmayı, daha kendi mahallesine derdini anlatamayan çocuklar bunlar.
Ve bunca karmaşa arasında psikolojileri altüst olmuş durumda.
Yarın başlarına ne geleceğini bilmiyorlar, bu şekilde ne kadar devam edebileceklerini de…
Çoğu ailesinin desteğini alamıyor.
Çoğunun maddi imkanları sınırlı.
Değil bir dönem, birkaç gün bile okulu uzatmaya takatleri yok.
Ailelerine verilmiş sözleri var kimisinin…

Ve biz erkekler kahramancılık oynuyoruz bu çocuklar üzerinden.
Zafer Üskül’ün yaptığını tersten yapıyoruz…
Bir direnişi Ecenur üzerinden örgütlüyoruz.
Küçücük bir çocuğun omuzlarına yıkıyoruz bütün yükü.
Onun psikolojisini düşünmeden, kendi yapamadıklarımızı ona yaptırmaya çalışıyoruz.
Üniversitelerde sorunu bir avuç kızın omuzlarına yıktığımız gibi…
Çünkü büyüyecek kızlarımız var bizim!
Bugün yarın onlar üniversiteye başlarsa sorun kalmasın istiyoruz.
Birileri bedel ödeyecekse, bizim kızımız ödemesin, başkalarının kızları ödesin istiyoruz.
Eğer o vakte kadar çözülmezse sorun Budapeşte’de, Viyana’da, Amerika’da okuturuz nasılsa… O da çok dert değil!
Elimizi taşın altına sokmak yerine, birilerinin elini sürekli iteliyoruz.
Sakallı erkek öğrenciler boşu boşuna uyarmıyor başörtülü arkadaşlarını “Başınızı belaya sokacaksınız, akıllı olun” diye.
Bir erkek için, bundan ibaret olabiliyor bazen her şey.
Ve Zafer Üskül sakalsız bir erkek olarak faşizimcilik oynayabiliyor devlet katında.

Zafer Üskül “Heyt be! Ben eskiden nasıl solcuydum” tiriplerinden kurtulsa ve İnsan Hakları Komisyonu Başkanı gibi davransa mesela.
Bir sabah toplasa komisyon üyelerini tebdili kıyafet ODTÜ otobüsüne bindirse…
Birkaç tane başörtülü kızın otobüsten inmemek için nasıl direndiğini görse ve bir el uzatsa…
Sonra mimarlık fakültesinde bir derse girse mesela…
Çirkinleşen hocaya “Hey Teacher” diye seslense…
Tutanak tutan öğretim görevlisine karşı, başörtülü kızın tutanağını imzalasa…
Ve sonra; ben dahil, Üskül dahil bütün erkekler sussa.
Çok şey mi istiyorum…

Hiç yorum yok:

tagore