8 Ocak 2010 Cuma

Mısır Elçiliğinde Sıkıcı Birkaç Saat



1.
Gazze konvoyuyla yatıp, Gazze konvoyuyla kalkıyoruz.
Hergün telefonla konvoydaki arkadaşlarımızla irtibat halindeyiz.
Birkaç gün önce garip bir şey oluyor.
Faruk Ünsal MAZLUMDER Genel Başkanı telefonda diyor ki:
“Askeri birlikler etrafımızı sardı, itfaiye araçları da geldi.
Denizden de hücumbotlar geliyor.
Her açıdan sarılmış durumdayız.
Bize operasyon yapacaklar.
Türkiye’de bir şeyler yapın.”
Saat 15-16 daha.
Ne yalan söyleyeyim inanamıyorum, birkaç kez soruyorum aynı şeyleri.
Şaka yapıp yapmadığından emin olmaya çalışıyorum.
Cihat’ı arıyorum İstanbul’dan…
Onunda haberi var, durum gerçekten çok ciddi.
Hemen eylem kararı alıyoruz, “Mısır elçiliğinin önünde saat 22.30’da Gazze dostlarıyla Mısırı protesto edeceğiz” diyoruz.
Hala bir şüphe var içimde.
Olamaz Hüsnü Mübarek bu kadar alçalamaz.
Her şeyi yapar ama, alenen bu tür bir ilkelliğe tenezzül etmez.
İnsan bile bile nasıl intihar eder.
Gece 23.00’te elçilik önünden Mısır’la telefon bağlantısı kuruyoruz.
Aslında onlar bizi arıyor.
Mısır polisi saldırıya geçmiş, ağır yaralananlar var, binlerce taş yağıyor mısır tarafından konvoydakilerin üzerine…
Bunların hepsi bu bağlantı sırasında oluyor, anlatılıyor.
Hoparlörümüzden 1000 kişi dinliyor olan biteni.
Önce sessizlik ardından protesto sesleri yükseliyor.
Gece her şey durulunca, yarın akşam burada toplanmak üzere diyerek dağılıyoruz.
2.
Sabaha karşı 04.00 gibi Bülent Yıldırım görüşmeler sonucunda sükûnetin tesis edildiğini ve yarın Mısır’lı yetkililerle müzakerelerin yeniden başlayacağını söylüyor, hep birlikte yataklarımıza çekiliyoruz…
Sabah Mısır Büyükelçisinden randevu alıyoruz.
12.30’da makamında görüşeceğiz.
Hepimiz gerginiz.
Ara ara Hanefi bey’in, Duran bey’in yüzlerine bakıyorum çaktırmadan…
Elini uzattığında büyükelçi tutmayayım ve “abdestliyim diyeyim” diye geçiriyorum içimden…
Sonra bu heyeti sabote etmek olur diye vazgeçiyorum.
Ara ara elini sıkmamak fikri geliyor yine aklıma ve “şeytan git başımdan” diyerek uzaklaşıyorum bu düşünceden.
Konuşmak ve sözle tahkir etmek daha doğru geliyor.
Kapıda badem bıyıklı uzun boylu bir Mısır’lı karşılıyor bizi.
Selam veriyor.
Birkaç saniye almıyorum selamını…
Sonra her ihtimale karşı “Aleyküm selam” diyorum.
Girdiğimiz diğer odalarda ise kimseye selam vermiyorum.
Küçük baş hareketleri ile karşılık veriyorum hoş geldiniz diyenlere…
Büyükelçi diplomatik şirinlikle karşılıyor bizi…
Hiçbirimiz pardösülerimizi çıkarmıyoruz ve oturuyoruz.
“Neden yabancı gibi davranıyorsunuz” diyor…
Fırsat bu fırsat “Dün gece olanlardan sonra yakınlık hissetmiyoruz” diyorum…
Mısır’la kardeşlikten, kardeşlik hukukundan birbirimizi ne kadar sevdiğimizden, olanlardan dolayı şaşkınlığımızdan bahsediyoruz…
Bu kadar diplomatik lakırdı beni bozuyor.
“Mısır’ın sözünü tutmadığını, imzalanan anlaşmayı ihlal ettiğini, savaş halinde bile savaş bölgelerine insani yardım götürmeyi engellemenin insanlık suçu olduğunu, insan haklarını ihlal ettiklerini, imzaladıkları uluslar arası sözleşmeleri de çiğnediklerini” söylüyorum.
“Bu nasıl bir devlet geleneğidir, artık size güvenmiyoruz”la bitiyor söylediklerim.
Gözlerinin içine bakıyorum, bozulduğunun farkındayım…
Meğer onlarda bize güvenmiyormuş!
Tek dertleri George Galloway’miş.
Biz Türkler Galloway’in oyununa gelmişiz.
Bu adam işçi partiliymiş, partisi bile onu kovmuş.
Galloway’in partisinden neden kovulduğunu biliyor muymuşuz…
Olayları başlatanların Türkler olmadığından eminmiş…
Hiç Türk yaralı yokmuş…
Mısır konsolosumuzdan almış bilgileri istersek teyit edebilirmişiz.
Adem Özköse’nin kolu kırıldı dediğimizde o zaman Mısır konsolosluğumuza haber vermemizi istiyor, bilmiyorlar diyor…
Mısır bizi çok seviyormuş ve üzülüyormuş bu adamla birlikte olduğumuz için.

3.
Bir sürü sıkıcı şey anlatıyor bize büyükelçi…
Taa Londra’dan konvoyun yola çıkışından Avrupa ve Türkiye’yi geçişine…
Galloway’in siyasi karakterinden Filistin meselesine, ailesinden İsraile karşı savaşırken ölenlere kadar bir sürü gerekli gereksiz şey…
Bir an yerli bir diplomatla konuşuyormuşum gibi hissediyorum...
Müsaade etsek birazdan “benim babaannemde başörtülüydü” diyecek diye korkuyorum…
4.

Velhasıl bir daha inşallah karşılaşmayız büyükelçi…
Ne benim diplomatik gevezeliklere tahammülüm var…
Ne de sizin gerçeklerle yüzleşmeye…
Ama bilmenizde fayda var ki: bu konvoy Mısır rejiminin köküne kibrit suyu döktü bir kere…
Bundan sonra Hüsnü Mübarek rejiminin yıkılışını zevkle bekleyeceğiz…

Hiç yorum yok:

tagore