24 Şubat 2009 Salı

Sağ’ın Sağ’ına Karşı, Sağ’ın Sol’u…





Hafızasız toplumlarda / hafızası silinmiş toplumlarda, adettir.
Davul sizin elinizdedir, ama tokmağı hep başkası taşır.
Her türlü iç ve dış tehdit itinayla korunur, saklanır ve günü geldiğinde kullanılır bu topraklarda.
Komünistlerden faşistlere, dincilerden dinsizlere bir sürü gizli açık tehditi vardır bu ülkenin.

İlk kez Özal ortaya atmıştı sanırım…
Merkez diye bir şey icat etti Özal..
Üç eğilim kollarımın altında diyordu…
Turgut Sunalp’e karşı sağcısı, solcusu, dincisi Özal’ın partisi etrafında birleşmişti.
Daha o güne kadar sokakta birbirlerini gördüklerinde silahlarına sarılan insanlar “ülke menfaatleri” çatısı altında bir aradaydılar işte.
Ne ala…

Sokaktaki adam, solcu olduğunu zannediyordu.
Rusya’ya yakın olsun diye üssünü Fatsa’da kurmuştu…
Rusya Türkiye’ye müdahale ettiğinde / çıkartma yaptığında orada karşılayacaklardı…
Sonra halksız bir “halk için halk devrimi”yle kurtuluşa erecekti ülkeleri…

Sokağın diğer yakasındaki adam da sağcı zannediyordu kendini…
Komünist vatan hainlerini temizlemek, ülkenin bağımsızlığını, Türklük gurur ve şerefini kurtaracaktı…
Öyle ya; vaktiyle üç kıtada at koşturmuş bir milletin torunlarıydı onlar…

Sokaktaki adamlar vurdu birbirini…
Sağcısıyla solcusuyla teker teker öldürdüler bizi…
Ve akıttıkları kanlarımız üzerinden kurdular kendi iktidarlarını…

En devrimci adamlarımız istihbarat ajanı çıktı yıllar sonra…
En devrimci ağabeylerimiz plazaların fildişi kulelerinden tüttürdüler Küba purolarını…

Mahallenin öbür sakinleri uğruna ölmeyi, öldürmeyi göze aldıkları sevgili ülkelerini bölüşmeyi yeğlediler.
Pastadan büyük pay sahibi olmak onlarında hakkıydı…

Sonra fark edildi ki: sağ dediğimiz şeyle, sol dediğimiz şey aslında kan kardeşi!
Avuç içlerini bıçakla keserek kan kardeşi olmak yerine, birbirlerine kurşun sıkarak kardeş olmayı yeğlediler sadece…


Zihnimizdeki sağ-sol tanımını gözden geçirmemiz gerekiyor belki…
Bizde Fransa da olduğu gibi bir sınıf ayrımı olmadı…
Dolayısıyla sağ-sol dediğimiz şey tam olarak karşılık bulamadı.
Batıda sol değişim ve özgürlüğe karşılık geliyorken, sağ muhafazakâr değerleri ifade ediyordu…
Bizde ise sol muhafazakârlığın zirvesidir adeta…
Kurulu değerlerin savunulduğu, statükoculuğun kutsallaştırıldığı kökten muhafazakâr bir algı...
Tıpkı kökten sağcıların muhafazakar olduğu gibi…
Fikret Başkaya’nın affına sığınarak söylüyorum ki: Türkiye’de taban bulmuş kitlesel ve gerçek zamanlı bir sol hiç olmadı…
Che posterlerini kapitalist bir meta haline getirirken Che’nin kapitalizme karşı savaştığının farkında bile değildi…
Zaman zaman günah çıkartması gerektiğinde “ben eskiden nasıl bir devrimciydim” diye nostaljik nutuklar attı etrafına solcu…
Geçmiş kazanılmış bir sermayeydi onun için…



Özal’ın “merkez” dediği şey bile hiç olmadı bu ülkede…
Ağız tadıyla “merkez sağ”, “merkez sol” diyebileceğimiz bir yapılanma hiç gerçekleşmedi…
Ve 29 Mart’ta yapacağımız seçim sağ’ın sağ’ıyla, sağ’ın sol’u arasında bir tercihten ibaret sadece…


O halde bunca kavga niye edildi diyeceksiniz…

Kardeşler arasında olur öyle şeyler…


Cyrano de Bergerac

25 Şubat, Ankara

Hiç yorum yok:

tagore