OPORTÜNİZME BULAŞMIŞ TİPİK BİR ORTA YOLCU: ABDULLAH CEVDET
‘’Avrupa bizim
yaptığımız gibi güneşin batmasıyla mesaisini terk etmiyor, yatmıyor. Avrupa'da
tabiatın güneşi batınca insanların güneşi doğuyor: elektrik... en büyük ve en
daimi hasmımız bizim kendi kanımızdadır, kendi kafamızdır. Bizim ile ecanib
arasındaki münasebat kavi ile zaif, alim ile cahil, zengin ile fakir arasındaki
münasebatdır... bir ikinci medeniyet yoktur. Medeniyet Avrupa medeniyetidir.
Bunu gülüyle, dikeniyle isticnas etmeye mecburuz..." (Abdullah
Cevdet)
Abdullah Cevdet, tam adıyla Abdullah Cevdet Karlıdağ. 1869 yılında
Malatya’nın Arapgir ilçesinde dünyaya gelen Abdullah Cevdet göz hekimi,
siyasetçi, şair ve çevirmen olarak tanındı. 1932 yılında İstanbul’da öldüğünde
döneminin en tartışmalı isimlerinden biriydi. Öyle ki, 2000’li yılların
Türkiye’sinde bile ismi politik tartışmaların bir nesnesi olacaktı. Şairliği
tartışmalı olsa da birçok kitap çevirdi, bıçkın bir siyasetçi, iyi bir göz
hekimiydi.
Osmanlı’da ve Türkiye’de batıcılık denildiğinde akla gelen ilk isimlerden
biriydi. Gençlik yıllarında yürüttüğü siyasi fikrin İkinci Meşrutiyetin düşünce
yapısının temelini oluşturduğu söylendi. İbrahim Temo, İshak Sükuti, Mehmet
Reşit ve Hikmet Emin’le birlikte İttihad-ı Osmani Cemiyeti’ni kurdu. Cemiyet
bir süre sonra isim değiştirecek, Osmanlının yıkılmasında önemli bir rol
oynayan İttihat Terakki olacaktı.
İttihat Terakki’nin kurucuları arasında yer alan Abdullah Cevdet, kurucusu
olduğu İT’den kısa süre sonra tasfiye edilecek, bir zamanlar hayatını
kurtardığı Ziya Gökalp’e lanet edecek, keşke bıraksaydım da ölseydi diyecekti.
Türkiye’de sosyalist bir düşünceyle ilk işçi ve kadın hakları savunucularından
biriydi. (Nasıl bir kadın hakları savunucusu olduğunu ileride göreceğiz) Tıp,
felsefe, sosyoloji, siyaset alanında 70’e yakın eserin çevirmeni ve
müellifiydi. Bunca çalışkanlığına rağmen, siyasi fantezileri nedeniyle
oportünizme yenilmiş tipik bir orta yolcu, sosyalizmden geçinen bir muhteris
olarak kaldı!
Arapgir’li bir Kürt’tü Abdullah Cevdet. Babası Diyarbakır birinci tabur
katiplerinden Hacı Ömer Vasfi Efendiydi. İlköğrenimini Arapgir’de tamamladı
sonra ailesiyle birlikte Harput’a taşındı. 1885’te Elazığ Askeri Rüştiyesinden
mezun oldu. On beş yaşında İstanbul’a giderek Kuleli Askeri Tıbbiye İdadisine
girdi. Üç yıl sonra mezun oldu ve Askeri Tıbbiye’ye devam etti.
Tıbbiye’de okurken materyalist akımlarla tanıştı ve kısa süre içinde
etkisine girerek sosyalist oldu. Tıbbiyeyi bitirmeden materyalist biyolojik
düşünceler üzerine dört kitap çevirmiş ve aynı konuda Maarif, Musavver Cihan ve
Resimli Kitab mecmualarında onlarca makale yazmıştı.
Materyalist düşüncenin ancak siyaset yoluyla hayat bulabileceğini
düşünüyordu. O yüzden 1889’da dört tıbbiyeli arkadaşıyla birlikte İttihadı
Osmani Cemiyetini kurdu. Ardından cemiyet isim değiştirecek Abdullah Cevdet’in
de kurucuları arasında yer aldığı İttihat ve Terakki Cemiyeti adını alacaktı.
İT 1908 darbesiyle yönetimi ele aldı.1918 yılına kadar devleti yönetti ve kısa
süre içinde yıkmayı başardı. Abdullah Cevdet ikinci Abdülhamit’e karşı
yürütülen politikanın baş aktörlerinden biriydi. Siyasal faaliyetleri sebebiyle
öğrenim hayatı da dahil olmak üzere defalarca tutuklandı ve hatta kısa bir
dönem okuldan uzaklaştırıldı.
Tıbbiye’den 1894 yılında göz hekimi olarak mezun oldu ve okulu bitirdikten
sonra İstanbul’da Haydarpaşa Numune Hastanesinde göreve başladı. Kolera
salgını nedeniyle geçici görevle gönderildiği Diyarbakır’da İttihat ve
Terakki’nin Diyarbakır şubesini kurdu. Burada bulunduğu sırada Ziya Gökalp’in
intihar girişiminde ona ilk müdahaleyi yapan ve hayatını kurtaran kişi Abdullah
Cevdet’ti. Bu olayın ardından Ziya Gökalp’i İT’ye kazandıran Abdullah Cevdet,
daha sonra hayatını kurtardığı Ziya Gökalp tarafından cemiyetten tasfiye
edilecekti.
1895’te İstanbul’a döndü. Tehlikeli bir İttihatçı olarak görülerek önce
tutuklandı ardından Trablusgarp hastanesine göz hekimi olarak atandı. Orada da
İttihatçı örgütlenmeye devam edince tekrar tutuklandı ve hapsedildi. Dört ay
sonra Fizan’a sürülmek üzere serbest bırakıldığında Tunus üzerinden Fransa’ya
kaçtı. Bu dönem İT Cemiyetinin ikiye ayrıldığı bir dönemdi. Mizancı Murat ve
arkadaşları İstanbul’la anlaşarak yurda dönmüş, Tunalı Hilmi gibi Jön Türklerse
Cenevre’de Abdülhamit’e karşı örgütlenmişlerdi. Abdullah Cevdet Cenevre’ye
geçerek Jön Türklere katıldı. Jön Türkler de ikiye ayrıldığında Ahmet Rıza
Beyin grubuna katıldı ve derneğin yayın organı Osmanlı Gazetesini Türkçe-
Fransızca olarak çıkardı. Gazete bütün varlığını Abdülhamit karşıtlığı üzerine
kurmuştu ve en ateşli yazıları Abdullah Cevdet yazıyordu.
Siyasi şehveti o kadar içine işlemişti ki, Vittorio Alfieri’nin Della
Tirannide kitabını İstibdat adıyla çevirip yayınladı. Hızını alamadı Kahriyat
adlı şiir kitabı yayınladı. Ancak kitap bir şiir kitabından çok ikinci
Abdülhamit karşıtlığı ve onun nasıl bir hürriyet düşmanı olduğunu anlatıyordu.
Abdullah Cevdet sıkı bir muhalifti! Ama hayat, kitaplarda anlatıldığı gibi
yaşanmıyordu. Biryandan maddi sıkıntılar çekiyor, diğer yandan oportünist
kişiliğinin öne çıkmasına engel olamıyordu. Abdülhamit, onu Muhalif yazılar
yazmaması uslu durması şartıyla yüksek bir maaşla Viyana elçiliği doktorluğuna
atadığında hemen kabul etti. Gazeteyi kapattı ve Viyana’ya taşındı. Bu görev ve
taşınma İttihat ve Terakki içinde Abdullah Cevdet’in 2. Abdülhamit’in
jurnalcisi olduğu dedikodularını ayyuka çıkardı. 1903’e kadar Viyana
elçiliğinde görevine devam etti, maddi anlamda rahatlamıştı, artık muhalefet
etmiyor, şiirle uğraşıyordu!
Madden felaha erdikten ve rahatladıktan sonra müstear isimlerle yeniden
muhalif yazılar yazmaya başladı. Hem Padişahtan para almaktan vazgeçemiyor, hem
de farklı isimlerle ona muhalefet ediyordu. Viyana büyükelçisinin İstanbul’a
hala muhalefete devam ettiğini bildirmesi üzerine Büyükelçi Mahmut Nedim
Paşayla tartıştı ve Avusturya’dan sınır dışı edildi. Presburg’a geçen Abdullah
Cevdet, affı için, daha önce dini hükümler gereğince gerçek halife sayılmaması
gerektiğini savunduğu II. Abdülhamid’e müracaat ederek yalvardı, ancak
Abdülhamit Abdullah Cevdet’i ikinci kez affetmedi. Cenevre’ye döndü. İttihat ve
Terakki gözünde muhbir olarak anıldığı için cemiyete kabul edilmedi. Ethem Ruhi
ile birlikte Osmanlı İttihat ve İnkilap Cemiyetini kurdu. Örgütün yayın organı
olarak da Osmanlı Gazetesini yeniden çıkarmaya başladı.
1904’te İçtihad yayınevini kurdu. Aynı isimle dergi de çıkardı. 1932 yılına
kadar dergiyi Cehd, İştihad, Alem gibi isimler altında Cenevre, Mısır ve
İstanbul’da çıkarmayı sürdürdü.
Materyalist bir akılla çeviriler yapmaya devam etti. 1908’de Reinhardt
Dozy’nin Essai sur l’Histoire de l’Islamisme (İslamcılığın
tarihi üzerine deneme) adlı iki ciltlik eserini "Tarih-i İslamiye"
adıyla yayımladı. İslâm’ı ve İslâm peygamberini çok ağır biçimde eleştiren bu
kitap, İslami camiada büyük bir infiâle neden oldu. Kitap yasaklandı ve 1910
yılında ‘İttihatçı Dostları’ tarafından toplatıldı, hatta toplatılan kitaplar
Galata köprüsünden denize döküldü. Yükselen tepkiler üzerine Abdullah
Cevdet kıvırmayı tercih etti. Bu eseri Müslüman tarihçilerin Dozy’nin
yanlışlıklarını düzeltmelerine imkân tanımak amacıyla tercüme ettiğini söyledi!
1910’un sonlarına doğru İstanbul’a dönen Abdullah Cevdet burada yayınevi
kurdu ve kitaplar tercüme etmeye devam etti. İçtihad dergisini yeniden
çıkarmaya başladı. Ancak dergide İttihat ve Terakki yönetimine karşı sert
yazılar yazmaya başlayınca İT’nin baskılarına maruz kaldı. 1914’te derginin
basımını durdurdu. İkdam gazetesinde müstear isimle başyazılar yazdı.
İstanbul’un işgali yıllarında Sadrazam Damat Ferit Paşa tarafından Sıhhiye
Genel Müdürlüğü’ne atandı. Kadınlara ilk kez genelev vesikası verilmesini
sağladı, sosyalist bir kadın hakları savunucusuna da bu yakışırdı! Bu
uygulaması büyük bir tepki alınca görevden alındı. Boş durmadı! Bu sefer
İngiliz Muhipler Cemiyetinin kuruluşunda görev aldı. Ona göre Batı medeniyetin
merkeziydi. Onlara tam anlamıyla teslim olursak biz de onlar gibi insan
olabilirdik! İngilizler bizi adam edebilirdi!
İttihat terakki için de sakıncalı hale gelen Abdullah Cevdet İsviçre’ye
dönerek buradaki muhaliflere katılmaya karar verdi. Ancak İsviçre hükümeti bu
talebi reddetti. Bunun üzerine ittihat ve Terakki ile arasını düzeltmek için
Hak gazetesinde eski dostlarına ‘şirin’ yazılar yazmaya başladı. Cumhuriyet
döneminde işgal yıllarındaki İngiliz yanlısı tutumu sebebiyle gözden düştü.
Hakkında ömür boyu devlet hizmetinden men cezası verildi.
Bir yandan Hak gazetesinde yazarken bir yandan da İçtihad gazetesini
çıkarmaya devam eden Abdullah Cevdet Batı’nın tamamen ve her yönüyle örnek
alınmasını istiyor bu görüşe karşı çıkan Celâl Nuri ile çatışıyordu. Bu çatışma
“Tam Garpçılar” ile “Kısmî Garpçılar” şeklinde ifade edilebilecek iki grup
ortaya çıkardı ve Abdullah Cevdet tam Garpçılar’ın lideri durumuna geçti. İçtihad’ın
Meşrutiyet dönemindeki son sayısı 13 Şubat 1915 tarihinde yayımlandı. Abdullah
Cevdet, İttihatçılar tarafından ölümle tehdit edilince mecmuasını kapatmak
zorunda kaldı. Mart-Nisan 1918 tarihleri arasında İkdam gazetesinde
imzasız olarak başyazılar yazdıysa da bunun İttihatçılar tarafından haber
alınması üzerine bu faaliyetini de bırakmak zorunda kaldı. Hiçbir grupla
anlaşamayan ve her grubun düşman bellediği Abdullah Cevdet İttihatçılar tevkif
edildiğinde onlarla birlikte tevkif edilen ve o dönem İttihatçı olmayan tek
kişiydi.
Ömür boyu kamu hizmetinden men cezası alan Abdullah Cevdet Aralık 1924’te
Elazığ mebusluğu boşaldığı sırada Mustafa Kemal tarafından Ankara’ya
çağrılınca, mebusluğa getirileceği söylentileri yayıldı. Gerçekten de Mustafa
Kemal Abdullah Cevdet’i vekil yapmak için Ankara’ya çağırmıştı. Ancak arkasında
kötü bir miras bulunan, din aleyhtarı yazıları dolayısıyla halk nazarında
‘dinsiz’ olarak tanınan Abdullah Cevdet İslami camianın gazeteleri tarafından
topa tutuldu. Taraftarlarına göre nüfus ve tarım politikaları gereği Avrupalı
işçilerin Türkiye’ye getirilerek istihdam edilmesini istemişti. Muhaliflerine
göre ise Avrupa’dan damızlık erkek ithal edilmesini bu yolla Türk neslinin uzun
boylu, sarışın, renkli gözlü Avrupai bir nesle evrilmesini savunuyordu! Bu
tartışma sebebiyle milletvekili olamadı, Mustafa Kemal de bunun üzerine vekil
yapmaktan vazgeçti!
Hayatı boyunca siyasi sosyal tartışmaların merkezinde yer alan Abdullah
Cevdet ölümüyle de tartışma yaşattı. 1932’de öldüğünde Ayasofya camiinde cemaat
bir ‘dinsiz’ olarak bilinen Abdullah Cevdet’in cenaze namazının
kılınamayacağını haykırdı. Ne imam ne de cemaat cenaze namazını kılmaya
yanaşmadı. Ancak -nedense muhafazakar kesimin değer verdiği- Peyami Safa’nın
ısrarlı ricaları üzerine birkaç kişi tarafından cenaze namazı kılındı. Birkaç
belediye görevlisi cenazeyi Merkez Efendi mezarlığına defnetti. Müslümanlar,
Abdullah Cevdet’e o kadar tepkiliydi ki, cenazeyi taşıyacak araç bulunamadı,
hiç kimse cenazeyi taşımak için aracını vermiyordu! Bunun üzerine Fener Rum
Patrikhanesinden araba istendi. Abdullah Cevdet’in cenazesi haç işareti taşıyan
bir cenaze aracıyla mezarlığa götürüldü.
Abdullah Cevdet kimdir sorusunun cevabını Cemil Meriç ‘tezatlar mahşeridir’
diyerek veriyor. Onun tezatlarını: ‘Bir yandan Goethe okutarak içtimai
bünyeyi değiştirmek ümidi, bir yandan ırkların önceden çizilmiş bir kaderi
olduğuna inanan Le Bon’a sarılış. Ama tezat tabiatın kanunu değil mi?’ sözleriyle
anlatıyor. Cemil Meriç kadar nazik olmadan biz şunları da söyleyebiliriz.
Abdullah Cevdet ne olursa olsun batıcıydı. Latin harflerine geçilmesini, batıda
ne varsa hiç sorgulanmadan alınmasını savunuyordu. Sosyalistti ve ona göre
herkes sosyalist olmalıydı. Oportünisti. İşine geldiğinde Abdülhamit muhalifi,
işine geldiğinde Abdülhamit işbirlikçisi olabiliyordu. Arasını düzeltmek
istediği zaman hem İttihatçılara, hem Abdülhamit’e uygun yazılar yazabiliyor,
onlardan para almaktan çekinmiyordu. Kendi toprağıyla ve insanlarıyla barışık
değildi. Zavallı ve hakir gördüğü bu insanları ıslah etmek için damızlık
getirmeyi düşünecek kadar yoldan çıkmış olabilir miydi? Bu belki bir iftiraydı
ama buna peşinen hayır diyebilmek te o kadar kolay değil!
(https://hertaraf.com/koseyazisi-oportunizme-bulasmis-tipik-bir-orta-yolcu-abdullah-cevdet-2627)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder