ANTİMATERYALİST
MANİFESTO! (*)
Kimi batılılara göre emperyalizm,
batı evreninden, batı medeniyetinden bir sapmadır. En azından utanarak da olsa yönetim
felsefesi olarak demokrasiyi, ekonomik düzen olarak liberalizmi, evrensel
felsefe olarak rasyonalizm ve hümanizmi pazarlayan bir coğrafya; emperyalizm
gibi yok edici bir kavramın kendi içlerinden doğamayacağına inanmak istemektedir!
Demokrasiyle ilgili tartışmalar
bir yana bu bakış açısı en baştan liberalizmin, rasyonalizmin ve hümanizmin
masum, makbul ve mutlak doğru kavramlar olduğu iddiasına dayanmaktadır. Bu
utangaç tavır bile batının haklılığını, batılı değerlerin tartışılmazlığını
dayatan emperyalist bir kabuldür.
Peki, emperyalizm ile ‘Batı
Medeniyeti’ arasında gerçekten bir çelişki var mıdır? Messiri’ye göre yoktur (1). Ona göre Batı; kendi dışındaki ülkelere insan
hakları pazarlayan, yoksun coğrafyaların yeraltı ve yerüstü kaynaklarını
sömüren, sistem ihraç ederek insan kaynağını yönlendiren ve yöneten emperyalist
bir tahakkümün adıdır.
Messiri’ye göre batının
emperyalizmi reddetme gerekçesi olarak ileri sürdüğü nedenler, emperyalizmin
temel ilkeleridir. Bu kavramların ortak özelliği maddi olan, sayılabilen,
ölçülebilen kavramlar dışında hiçbir geleneksel/ortak değeri doğru kabul
etmeyen seküler sistemler olmalarıdır.
Burada karşımıza çıkan soru ise
sekülerliğin ne olduğudur. Ülkemizde tartışılan sekülerlik ile Batı’da
karşımıza çıkan sekülerlik birbirinden tamamen farklıdır. Kısmi ve kapsamlı
sekülerlik olarak ayırabileceğimiz bu bakış açısı materyalist epistemolojinin
daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
Kısmi sekülerlik, üçüncü dünya
ülkelerinde bilindiği şekliyle din ile devlet ilişkilerini ayıran, mutlak veya
kalıcı (ahlaki-dini) değerler hakkında sessizliğini koruyan, temel meseleler (kader,
yaşam …) hakkında görüşü olmayan bir dünya görüşüdür.
Kapsamlı sekülerlik ise bambaşka
bir bakış açısıdır. Kapsamlı sekülerlik, dini, ahlaki, insani olan tüm
değerlerin sadece devletten değil aynı zamanda kamusal ve özel yaşamdan hatta
dünyadan çekilmesini hedefleyen, norm ve değerlerin kaynağı olarak doğa-madde
ilişkisini gören tehlikeli bir düzlemdir. (2)
Emperyalist
Epistemolojinin Doğuşu
Emperyalist epistemolojik
tasavvuru ortaya çıkaran en önemli argüman Tanrı’nın varlığının inkarı ya da
Tanrı’nın öldüğü iddiasıdır. En iyi ihtimalle Tanrı, bilgi süreçlerine ve
ahlaki sorgulamalara karışmamaktadır. Bu kabul dünyayı tanımlanabilir,
ölçülebilir, sınıflandırılabilir, işgal edilebilir, kullanılabilir bir forma
sokar. Bu form hümanist düşüncenin özüdür. Zira hümanizm, dünyayı anlamaya
çalışırken Tanrı’yı devre dışı bırakarak insan merkezli bir bakış açısını
benimsemektir. Materyalist seküler bakış açısına göre insan; üretici-tüketici,
alıcı-satıcı, yöneten-yönetilen, işgalci-işgal edilen, … olarak tanımlanır. Bu
tanım ve insan arzularını yücelten rasyonel, faydacı yaklaşım, güçlü olanın
zayıf olana tahakkümünü doğurur.
Seküler materyalist paradigma
maddi ve ölçülebilir olmadığı gerekçesiyle etik kavramını yok saymış, ondan
boşalan yeri doldurmak için bu kavramı dönüştürerek fayda ve haz eksenli bir
ahlaksızlığı meşrulaştırmaya çalışmıştır. Fayda ve haz aşkın ve manevi olanı
reddederken yerine matematiksel ve istatistiksel bir bakış bırakır.
Doğa ve içindekilerden elde
edilecek haz, tahakküm ve ilerleme, aşkın olmasa da içkin bir inanç doğurur. Bu
içkin inanç rasyonel bir akılla bir araya geldiğinde dünyayı kontrol etme
arzusunun kamçısıdır. Aşkınlık, insanın gözlemlediği, deneyimlediği, bildiği
alanın dışında, bilimsel olanın ötesinde bir yerdir. İçkinlik, en iyi ihtimalle
Tanrı’nın yaratılmış dünyanın içinde bulunduğunu, bir parçası olduğunu kabul
eder, yaratandan bağımsız olarak her şeyin insanın içinde, özünde olduğunu
düşünür.
İçkinlik Tanrı’nın varlığını inkar
edebilirken, aşkınlık varlığın Tanrı’nın elinde olduğunu düşünür. İçkinliğe
göre doğa-madde denkleminde; Tanrı, insan ve geri kalan her şey bu doğanın
ürünü ve maddesidir. Aşkınlığa göre ise yaratan ile yaratılan arasında
kapatılamaz bir mesafe vardır. Allah yarattıklarına çok yakın bile olsa
(şahdamar) yarattıklarından farklıdır. (3)
Batılı
/ Emperyalist / Seküler
Emperyalizm ile sekülerizm
arasındaki bağ tahmin edilenden daha da güçlüdür. Hatta emperyalizm, batılı,
seküler, materyalist paradigmanın bir tezahürüdür. Emperyalizm, sekülerizmi
uluslararasılaştırırken; sekülerizm, emperyalizmin meşruiyetini tesis
etmektedir. Emperyalizm meşruiyetini ahlaki temellere dayandırmaz. Onun için
kendi varlığı meşru bir sebeptir. Örneğin siyasi alanda devletin dini ve ahlaki
temelde bir meşruiyete ihtiyacı yoktur. Onun yerine kendisini değerden
arındırır, varlığı bizatihi haklılık sebebidir! Kendini doğrular, kendini
referans alır, kendine atıflar yapar. (4)
Batılı epistemolojik paradigma
evrenin merkezinin, evrenin dışında değil kendi içinde var olduğunu söyler. Bu
bakışa göre Tanrı hiç var olmamıştır, var olmuşsa bile insan ile hiçbir
ilişkisi bulunmamaktadır. Böylece yaratıcı-yaratılan düalizmi ortadan
kaldırılarak insan – tabiat monizmi meşrulaştırılır. Başka bir deyişle
geleneksel aşkınlık metafiziği yerine içkinlik metafiziği monte edilir.
Tanrıyı öldüren, insanın tanrı
tarafından onurlandırıldığını reddeden bu görüş insanı bir nesneye, maddi bir
varlığa dönüştürür. Hiçbir nesnenin, hiçbir maddenin ahlak yasaları olamayacağı
gibi kutsalı da olmayacaktır. O halde insanın ve hayatın amacı ne pahasına
olursa olsun üretmek, tüketmek, kar elde etmek ve haz sağlamaktır.
Maliyet
İnsanı, devleti, insana ait bütün
kavramları yeniden adlandıran; seküler, materyalist bir paradigma ile donatan
emperyalist zihin, bunun maliyetini hesaplamış mıdır? İnsanı ve doğayı yavaş
yavaş yok eden bu materyalist epistemolojiden nasıl kurtulabiliriz?
Pornografi, çevre kirliliği,
savaşlar ve her türlü silahlanma, insanlığın içine savrulduğu psikolojik ve
ahlaki sorunlar, bedeli elde edilen hiçbir ürün ile ödenemeyecek boyutta büyük
bir yıkım bırakmıştır. Bu maliyetin bedeli hiçbir ilerleme düşüncesi ve üretim motivasyonu
ile açıklanamaz.
Bu yıkım ve krizin aşılması
elbette mümkündür ancak bunun için gerek İslam dünyasından gerekse Batı içinden
muhalif seslerin kültür, tarih, siyaset, ekonomi, dünya, ahlak ve insan üzerine
bütün kavramları yeniden tanımlamaları ve insana dair temel değerleri yeniden inşa
etmeleri gerekmektedir. Bunun için de kapsamlı bir alternatif teoriye,
materyalizm karşıtı bir kategoriye, alternatif bir bilim, din, tarih, kültür
sosyolojisine ve süreklilik arz eden bir düşünme eylemine ihtiyaç
bulunmaktadır. (5)
(*) (Ontolojik ve epistemolojik
emperyalizmle ilgili ilk karşı çıkışı yıllar önce Atasoy Müftüoğlu yapmıştı.
Hem sol kesimde hem de İslamcı camiada ondan önce başlamış kabaca
antikapitalist bir itiraz mevcuttu elbette ama emperyalizmin ontolojisine ve
daha önemlisi epistemolojisine yönelik bu itiraz sloganlar arasında
kayboluyordu. Atasoy Müftüoğlu bu itirazlarını önce kitaplarında bölüm bölüm
dile getirdi ardından ise çeşitli illerde verdiği konferanslarda ‘Yeni Bir
Dilin İnşası’ başlığıyla paylaştı. Daha sonra ise bu konferanslarda yaptığı
konuşmaları aynı ismi taşıyan kitabında yayınladı. (Beyan Yayınları-2018)
Atasoy Müftüoğlu bu
konferanslarda emperyalizmin dili ve bilgi üretimi üzerine hiçbir çalışma
yapılmadığını, dünyanın geri kalanının ne akademik anlamda ne de düşünsel bazda
emperyalizmle mücadele edebilecek, emperyalizme karşı çıkabilecek bir dil,
düşünce ve söyleme sahip olmadığını iddia ediyordu. Konferansını dinlerken
dikkatimi çeken bu vurgu kitabı okurken de altını çizdiğim yerlerden biriydi.
Bu yazıda Abdülvahab M. El.
MESSİRİ’nin ‘Kalemin Dansı Göstergenin
Oyunu-Seküler Emperyalist Epistemoloji’ kitabının antiemperyalist bir
manifesto olarak değerlendirmesini bulacaksınız. Messiri’nin bu kitabını Atasoy
Müftüoğlu’nun dualarının kabulü olarak da görebiliriz.)
(04.06.2021 tarihinde Diriliş
Postası Gazetesinde yayınlanmıştır.)
1.
Kalemin Dansı Göstergenin Oyunu (Seküler
Emperyalist Epistemoloji) – Abdülvahab M. El-Messiri / Mahya Yayıncılık-2021
2.
A.g.e. Sayfa 28-29
3.
A.g.e. Sayfa 30-31
4.
A.g.e. Sayfa 46-50
5.
A.g.e. Sayfa 149-155
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder