KALEMİN
DANSI GÖSTERGENİN OYUNU (*)
Batılılar, emperyalizmin batı
evreninden, batı medeniyetinden bir sapma olduğunu iddia ediyor. En azından
yönetim felsefesi olarak demokrasiyi, ekonomik düzen olarak liberalizmi,
evrensel felsefe olarak rasyonalizm ve hümanizmi pazarlayan bir coğrafya,
emperyalizm gibi yok edici bir kavramın kendi içlerinden doğamayacağına inanmak
istiyor!
Demokrasiyle ilgili tartışmalar
bir yana bu bakış açısı en baştan liberalizmin, rasyonalizmin ve hümanizmin
masum, makbul ve mutlak doğru kavramlar olduğu iddiasına dayanıyor. Peki, emperyalizm ile ‘Batı Medeniyeti’
arasında gerçekten bir çelişki var mıdır? Messiri’ye göre yoktur. Batı; kendi
dışındaki ülkelere insan hakları pazarlayan, yoksun coğrafyaların yeraltı ve
yerüstü kaynaklarını sömüren, sistem ihraç ederek insan kaynağını yönlendiren
ve yöneten emperyalist bir tahakkümün adıdır.
Messiri’ye göre batının
emperyalizmi reddetme gerekçesi olarak ileri sürdüğü nedenler, emperyalizmin
temel ilkeleridir. Bu kavramların ortak özelliği maddi olan, sayılabilen,
ölçülebilen kavramlar dışında hiçbir değeri doğru kabul etmeyen seküler sistemler
olmalarıdır.
Burada karşımıza çıkan soru ise
sekülerliğin ne olduğudur. Türkiye özelinde düşündüğümüzde ülkemizde tartışılan
sekülerlik ile Batı’nın sekülerliğinin farklı olduğu görülecektir. Üçüncü dünya
ülkelerinde anlaşıldığı haliyle sekülerlik, din ile devlet işlerinin
birbirinden ayrılmasıdır. Batı’da sekülerizm ise bu ezberin dışında gelenek ve
ahlakın mutlak değerlerinin, hayatın bütün alanlarında yok sayılmasıdır. Batı
sekülerizme bu anlamı vererek, bilgi üretme yollarını kötüye kullanarak,
insanlığın temel ahlaki ilkelerini yok sayarak insan ve doğayı sömürülecek bir
nesne haline dönüştürmektedir. Batı ürettiği bilgi ve ‘ahlakı’ dünyanın geri
kalanına ihraç ederek seküler materyalizme/emperyalizme hizmet etmektedir. (1)
Emperyalist
Epistemolojik Düşüncenin Ortaya Çıkışı
Emperyalist epistemolojik
tasavvuru ortaya çıkaran en önemli argüman Tanrı’nın varlığının inkarı ya da
Tanrı’nın öldüğü iddiasıdır. En iyi ihtimalle Tanrı, bilgi süreçlerine ve
ahlaki sorgulamalara karışmamaktadır. Bu kabul dünyayı tanımlanabilir,
ölçülebilir, sınıflandırılabilir, işgal edilebilir, kullanılabilir bir forma
sokar. Bu form hümanist düşüncenin özüdür. Zira hümanizm, dünyayı anlamaya
çalışırken Tanrı’yı devre dışı bırakarak insan merkezli bir bakış açısını
benimsemektir. Materyalist seküler bakış açısına göre insan; üretici-tüketici,
alıcı-satıcı, yöneten-yönetilen, işgalci-işgal edilen,… olarak tanımlanır. Bu
tanım ve insan arzularını yücelten rasyonel, faydacı yaklaşım güçlü olanın
zayıf olana tahakkümünü doğurur.
Seküler materyalist paradigma
maddi ve ölçülebilir olmadığı gerekçesiyle etik kavramını yok saymış, ondan
boşalan yeri doldurmak için bu kavramı dönüştürerek fayda ve haz eksenli bir
ahlaksızlığı meşrulaştırmaya çalışmıştır. Fayda ve haz aşkın ve manevi olanı
reddederken yerine matematiksel ve istatistiksel bir bakış bırakır.
İnsanı maddeleştiren, aşkın
değerlerini körelten seküler materyalist paradigma siyaset teorisini de elbette
sekülerleştirmek isteyecektir. Siyaset teorisindeki sekülerizm, bireysel
anlamda hazzın muhafazası için devleti ve devletin çıkarını yüceltir. Bir süre
sonra devlet, insandan ve insana ait olan bütün değerlerden daha kıymetli hale
gelecektir. Haftada 45 saat çalıştırılan modern insan, mesai bitiminden yeni
mesai başlayıncaya kadar alkol ve seks ile hazlarını tatmin edecek, bu kölelik
düzeninden ancak unutarak uzaklaşacaktır. Devlet, insanı sömürerek üretim
materyali olarak kullanmakta, pazar payını, askeri gücünü artırmakta, bunun
karşılığında bireysel hazları temin ederek, güvence altına almaktadır.
Bu kölelik düzeni devleti:
arz-talep dengesi, rekabet mekanizması, pazar payı için başka devletlerle bir
çatışmaya sürüklerken; insanı: haz ve menfaatlerden uzaklaştıran aile ve
kilise/cami gibi değerlerden koparır. Bu durum bir süre sonra kaçınılmaz olarak
kendi dürtü ve hazlarından başka hiçbir aşkın değeri bulunmayan bir devlet ve
birey inşa eder.
Aşkın değerlerini yitiren insan,
üretim ve ilerlemenin, güç ve başarının kutsal değerler olduğuna ikna olduktan
sonra, dünyanın ve kaynaklarının sonsuz olacağına, bu kaynakları kontrol etme,
kullanma hakkının kendine ait olacağına inanır. O zaman sınırsız bir gelişme ve
ilerleme ile dünya hakimiyeti düşüncesi dinin yerini alır ve seküler iman icat
edilir.
Birey ve devleti sekülerleştiren bu
adımlar, maddi hazzın hakiki mutluluk olduğu iddiası ile birleşince, ilerlemenin
bedelleri göz ardı edilebilir hale gelir. Elde edilecek haz ve ilerleme
karşısında kirlilik, yabancılaşma, toplumsal erozyon göze alınması gereken
risklerdir. Bu bakış insanı ve yeryüzünü, hesaplanabilir, ölçülebilir, kontrol
edilebilir bir fabrikaya dönüştürür. Bununla birlikte maddi olmayan,
ölçülemeyen, sayılamayan, kontrol edilemeyen, aşkın ve ahlaki olan her şey
özel/kişisel meseleler olarak değerlendirilerek dışlanır. Bu birey-devlet,
aşkın olan bütün değerleri yok saydığı için hiçbir kural tanımayarak, sınırsız
bir yayılma ve hâkimiyet peşinde koşacaktır. (2)
Emperyalist
Epistemolojinin Kitlelere Pazarlanması
Emperyalist epistemolojide doğa
ve insan materyalist birer kavramdır. İnsanlar, ağaçlar, yıldızlar, böcekler,
kuşlar istifade edilebilir birer maddedir. Bu maddelerin bir özgünlüğü yoktur.
Dini, ahlaki, tarihi, coğrafi bir değer taşımayan fizik kurallarına bağlı, Tanrı
’sız birer nesnedir!
Doğa ve içindekilerden elde
edilecek haz, tahakküm ve ilerleme, aşkın olmasa da içkin bir inanç doğurur. Bu
içkin inanç rasyonel bir akılla bir araya geldiğinde dünyayı kontrol etme
arzusunun kamçısıdır. Artan arz ve talep, üretim-tüketim döngüsü bir süre sonra
sınırları ortadan kaldıracak emperyalist epistemoloji dünyanın geri kalanına
ihraç edilecektir. Üretim ve pazarlama ile zenginleşen elit sınıf serveti üretenlerle
adil bir biçimde bölüşmediği için, batı toplumlarında gerilim yaratan ve
giderek güvenliği tehdit eden sosyal problemler ortaya çıkmıştır. Bu durum çok
çalışan, çok üreten fakat yoksunluk sebebiyle az tüketen büyük bir çoğunlukla;
üretmeyen, çalışmayan, sayılarının azlığı sebebiyle çok az tüketen zengin bir
azınlığı doğuracaktır. Bir süre sonra bu iki sınıf dünyanın geri kalanında da
yaygın bir ayrım oluşturacak ancak, gönüllü bir kölelik şeklinde bu durumu
kabul eden toplumlar bu sorunla onlarca yıl sonra yüzleşebilecektir. Bilim ve
teknolojinin gelişmesi, iletişim kaynaklarının yaygınlaşması hız ve hazzı dünya
genelinde yaydığı gibi, emperyalist epistemolojiyi de dünya genelinde hâkim
kılacaktır. (3)
Batılı
/ Emperyalist / Seküler
Emperyalizm ile sekülerizm
arasındaki bağ tahmin edilenden daha da güçlüdür. Hatta emperyalizm, batılı,
seküler, materyalist ve epistemolojik paradigmanın bir tezahürüdür. Emperyalizm,
sekülerizmi uluslararasılaştırırken; sekülerizm, emperyalizmin meşruiyetini
tesis etmektedir.
Nazi Almanya’sının Yahudi, Slav
ve Çingene’lerden bir bölümünü yok etmesinin ve sürgün etmesinin nedeni, bu
insanların zayıf ve güçsüz olmaları ve bu sebeple üretime katkı yapamamalarıdır.
Güçlü ve işe yarar kabul edilenler ise üretim mekanizmalarında değerlendirilmiştir.
Almanya dışında kalan Batı ve Amerika’da bu Nazi uygulamasını birebir yerine
getirmiştir. ABD, üretim mekanizmalarında kullanamayacağını gördüğü Amerikan
yerlilerini soykırıma uğratmış, onların yerine daha uyumlu ve problemsiz
gördüğü Afrika halklarını köleleştirerek kullanmıştır. Çünkü batı medeniyeti
dünyanın faydalanılabilir, baskılanabilir, taşınabilir ve sayılabilir bir
maddeden ibaret olduğuna inanır. Bu materyalist - faydacı zihin açısından
milyonlarca Afrikalının köleleştirilmesi ve öldürülmesi Batı Medeniyeti Düşüncesi
ile çelişmemektedir!
Batı bugün sahip olduğu refah ve
‘demokrasiyi’ seküler emperyalist paradigmasına borçludur. Batı, emperyalist
tutkularını gerçekleştirmek ve hazlarını tatmin etmek için öteki dünyanın bütün
tabi ve beşeri kaynaklarını sömürmüş, yerine ise onlara bu kirli paradigmanın
ürettiği sorunları ihraç etmiştir. (4)
Emperyalist
Epistemolojinin Yaşam tarzına Etkisi
Emperyalist epistemoloji doğumdan
ölüme kadar siyasetten ekonomiye, adaletten sosyal hayata bireyin bütün
etkileşim alanlarını baskılar. Adeta insanın bütün hücreleri bu paradigma ile
işgal edilmiştir. Bu paradigmanın kontrolündeki insan ev alırken ihtiyaçlarını
değil, birkaç yıl sonra satması halinde ne kazanacağını düşünür. Kadın erkek
ilişkilerinde duygular üzerinden değil, hazcı bir çıkar üzerinden ilişki
üretir. Kadın cinselliği üzerine kurguladığı bu ilişki kadının fiziksel
özelliklerinin değişmesi ile birlikte sona erer. Çünkü emperyalist epistemoloji
istenilen fayda ve haz temin edilemeyince bu fayda ve hazzın başka kaynaklardan
teminini öngörür.
Emperyalist epistemoloji kadın
erkek ilişkilerini düzenlediği gibi aile bağlarını da kendi paradigmasına göre
biçimlendirir. Üretime katılamayan insan değersizdir. Dünyada var olmanın
nedeni üretime katılabilme kapasitesidir. İnsan yaşlandıkça verimini yitirir ve
bir yerden sonra tamamen üretkenliğini kaybeder. Kendisinden verim alınamayan
birey toplum için bir yüktür. Önce ailesi çalışma ritimlerini bozan ve hem
maddi hem de manevi olarak külfet olan aile büyüklerini bakım evlerine
gönderir. Hem bakımevine gönderen, hem de bakım evine gönderilen için normal
bir davranıştır bu. Çünkü bakımevine giden de kendi ailesine aynısını
yapmıştır. Sosyal güvenlik sistemine yük teşkil eden birey için hem ailesi hem
de devlet bundan sonra gün sayacaktır.
Bu faydacı emperyalist düzen için
insan, doğa, müzik, sanat, düşünce, bilim aklımıza gelen her şey faydalanılabilir,
kullanılabilir, tüketilebilir birer nesnedir. Seküler emperyalist tasavvur
dini, ahlaki, aşkın değerleri yıpratır, yok eder. İşlem tamamlandığında ise yok
ettiği değerler yerine kendi değerlerini ikame eder. Bundan sonra sıra insan
doğasının biçimlendirilmesine gelecektir.
Bunun için seküler emperyalist
epistemoloji birkaç yol izler. Önce, insan doğası ile ilgili hususlar beşeri
bilimlerden çıkarılır. Bunların yerine sayılar, istatistikler, parametreler
yerleştirilir. İnsan doğasını besleyen edebiyat insan doğasından
uzaklaştırılarak yapısal ve analitik bir düzleme çekilir. İnsanın savunma
mekanizmalarını sekteye uğratacak insan hakları mekanizmaları üretilir. Reklam,
moda, bilişim ve eğlence endüstrisi tarafından oluşturulan soyut ihtiyaçlar
temel insan hakları olarak belletilir. Haklarını koruyan mekanizmaların olması
insan için rahatlatıcıdır. Ona göre kürtaj hakkını, hazcı cinselliği muhafaza
eden seküler yapının insanın düşünme özgürlüğünü kısıtlaması problem değildir.
Ancak farkında olmadığı, bu hakların neredeyse tamamının üretim potansiyelini
artırmak ve üretim araçlarını disipline etmek için kurgulandığıdır. Bu insan
hakları mekanizmaları emperyalist seküler saldırıya karşı insanları savunmaz,
insanların böyle bir talebi de yoktur!
Emperyalist epistemolojik
tasavvurda en keskin sapmalardan biri cinsel sapkınlık olarak karşımıza çıkar.
Doğrudan insan doğasına saldırı olan bu sapkınlık emperyalist epistemoloji
tarafından insan hakları olarak sunulur. Giyinen tek canlı olan insanın
soyunması (Kadın-Erkek), benim bedenim benim kararım gibi maddeci ve mülkiyetçi
bakış açısının gelişmesi, beden sömürüsünün özgürlük kılıfında sunulmasından
başka bir şey değildir.
Doğayı ve insanı biçimlendiren
seküler epistemoloji önce insani alanı öldürür, sonra da Tanrı’yı yok eder.
Tanrı’nın ölümü ile birlikte ihtiyaç-haz denklemine sıkıştırılan insan
hayattaki merkezi fonksiyonunu yitirir. Merkeziyetini kaybettikten sonra Tanrı’dan
da kurtarılarak tam olarak özgürleştirilir! Evrenin tek yasası rastlantıdır ve
insanın tek hedefi hazlarını gidermektir.
Etrafta bu paradigma ile
oluşturulmuş birçok devlet/yönetim vardır artık. Ancak; bütün dünya genelinde
bu paradigmanın hakim olması için başkaca bir şey gerekmektedir. Devletlerin de
üzerinde bu paradigmayı yönetecek ve kontrol edecek çok uluslu şirketlere
gelmiştir sıra. Bu aşamada üretim, haz,
ilerleme gibi dürtülerle bölgesel kontrolü sağlayan devletler/yönetimler
silikleştirilir ve yerine renksiz, kokusuz, dinsiz çok uluslu şirketler ikame
edilir.
Bu çok uluslu şirketler
aşkınlığını yitirmiş, kendi insani dokusunu ve özgünlüğünü kaybetmiş, zevkleri
için yaşayan kitleler oluşturur. Bunu yapmak için elinde moda ve reklam gibi
argümanlar olduğu gibi devasa kitle iletişim araçları da mevcuttur.
Geniş dünya coğrafyasında
emperyalist seküler tasavvurun inşası elbette şansa bırakılamaz. Dünya, küçülse
bile insan elinin her an ulaşamayacağı kadar büyük bir coğrafyadır. Emperyalist
seküler tasavvur buna da bir çözüm yolu bulur. Bilgi devrimi, iletişim devrimi,
teknolojik ilerleme gibi kavramlar dünyayı global bir köye dönüştürecek
kullanışlı enstrümanlardır. Biz dünyaya gidemiyorsak dünya bize gelsin der
seküler emperyalizm. Üçüncü dünyadan insanlar, konferanslar ve eğitim için Batı’ya
davet edilir. Üniversitelerin kapısı sonuna kadar açılır. Bu iş için
milyonlarca dolarlık burslar tahsis edilir. Bu kurumlarda yetiştirilen insanlar
çok daha ekonomik bir yolla hem seküler emperyalizm tasavvuruna eklemlenir, hem
de ülkelerine döndüklerinde bürokratik ve siyasi mekanizmalarda seküler
emperyalist paradigmanın hizmetine sunulur. (5)
Sekülerizm
ve Modernite
Modernite söyleminin anahtar
kavramı Doğa’dır. Doğa’nın alacağı biçim ve anlam modernite kavramının temelini
oluşturur. Batı modernitesine göre Doğa ebedidir, kendi kendine var olur, kesin
yasaları vardır, bu yasalar ne ihlal edilebilir ne de askıya alınabilir. Doğa
kendisinden başka varlıklara, anlamlara izin vermeyen hepsini kapsayan bir
bütündür. Ve bu bütün içinde insan da bir ayrıcalığa sahip değildir.
Bu referanslar kabul edildiğinde
insan, Doğa’ya boyun eğmek mecburiyetindedir. Bu bakış açısına göre insan
doğada bir maddeden ibarettir. Batı modernitesinin temeli de doğa-madde
paradigmasına dayanmaktadır. İnsanın özgün kişiliği göz ardı edilerek doğa
–madde denklemine iman edildiğinde, batının modernite söyleminin gizemi de
çözülmüş olur. Tıpkı emperyalizmde olduğu gibi modernite söyleminde de başat
aktör yine sekülerizmdir. Ancak bilinenin aksine batı modernitesi kısmi seküler
değil, kapsamlı sekülerdir.
Kısmi sekülerlik, üçüncü dünya ülkelerinde
bilindiği şekliyle din ile devlet ilişkilerini ayıran, mutlak veya kalıcı
(ahlaki-dini) değerler hakkında sessizliğini koruyan, temel meseleler (kader,
yaşam gibi) hakkında görüşü olmayan bir dünya görüşüdür.
Kapsamlı sekülerlik ise bambaşka
bir bakış açısıdır. Kapsamlı sekülerlik, dini, ahlaki, insani olan tüm
değerlerin sadece devletten değil aynı zamanda kamusal ve özel yaşamdan hatta
dünyadan çekilmesini hedefleyen, norm ve değerlerin kaynağı olarak doğa-madde
ilişkisini gören tehlikeli bir düzlemdir.
Doğa–madde düzleminde hiçbir
ahlaki, insani, dini değere yer yoktur. Bütün süreçler kendi kendini harekete
geçirir. Doğa yasaları denilen bu kurallar birebir insanlar içinde
uygulanmalıdır. Batı modernitesi açısından değerlerinden arındırılmış bir bilim
dünya görüşünün temelini oluşturur. Dünyayı insanların ihtiyaçlarına ve mutluluğuna
göre şekillendirmek yerine; bireyin hayatını değerden arındırılmış, rasyonel,
doğa yasalarına uyumlu şekilde dizayn eder. Bu bağlamda kapsamlı sekülerizm
batı modernitesinin diğer adıdır. Birinden bahsedilirken söz edilen aslında
ötekidir. (6)
Batı modernitesinin kapsamlı
sekülerizm ile ilişkisi iki kavramın mücadelesi ile ortaya çıkar: aşkınlık ve
içkinlik. İçkinlik, kaba bir tanımla içinde olmak anlamına gelir (Mündemiç).
Genel olarak ise kendi kendine yeten, kendi kendine işleyen, kendi kendini
açıklayan bir haldir. Ve bu hal aşkınlık kavramının karşıtıdır.
Aşkınlık ise, insanın
gözlemlediği, deneyimlediği, bildiği alanın dışında, bilimsel olanın ötesinde
bir yerdir. İçkinlik, en iyi ihtimalle Tanrı’nın yaratılmış dünyanın içinde
bulunduğunu, bir parçası olduğunu kabul eder. Aşkınlık ise tanrının yaratılmış
dünyanın ötesinde ve ondan bağımsız olarak var olduğunu düşünür.
İçkinlik Tanrı’nın varlığını
inkar edebilirken, aşkınlık varlığın Tanrı’nın elinde olduğunu düşünür. İçkinliğe
göre doğa-madde denkleminde; Tanrı, insan ve geri kalan her şey bu doğanın
ürünü ve maddesidir. Aşkınlığa göre ise yaratan ile yaratılan arasında
kapatılamaz bir mesafe vardır. Allah yarattıklarına çok yakın bile olsa (şahdamar)
yarattıklarından farklıdır.
İçkinlik evreni, tekbir organik
bütün, öz, kendi kendine yeten, kendi kendini aktive eden ve kendini açıklayan
bir madde olarak tanımlar ve insani alanı bu tanımdan tasfiye eder. Bu durum
her tür düaliteyi ortadan kaldıracağı için (tanrı-insan, insan-doğa) bütün
evreni basit bir monizm ile açıklar. (7)
İçkinlik eğer tanrıyı inkar
etmiyorsa panteizme yönelir. Seküler materyalist panteizm batı modernleşmesinin
bir başka temel paradigmasıdır. Doğa-madde paradigması ile materyalist
panteizmin benzerliği dikkat çekicidir. Bu paradigma bize şu sloganları öğretir
ve ezberletir:
‘Dünya (insanlık dahil) doğa
yasalarına tabidir, yaşamak hayatta kalma mücadelesidir, sadece en güçlüler
hayatta kalır, dünya organik bir bütündür, kadının bedeni onun kaderidir, madde
kendi kendini düzenler, bilim değerden bağımsızdır, değerlerini kendisi
belirler, her şey kutsaldır-hiçbir şey kutsal değildir’
Seküler emperyalist epistemoloji
için içkinlik her şeydir. Kapsamlı sekülerizm bir içkinlik biçimidir ve
içkinlik Tanrı’yı yok etme girişimidir. Tanrı yok olduğunda düalizm ortadan
kalkar ve tanrı yerine iki yaratıcı geçer: kendini tanrılaştıran insan monizmi
(emperyalist monizm) ve kendi kendini açıklayan doğal nesnenin düzenleyici
olduğunu iddia eden natüralist materyalist monizm. İnsan Tanrı ve Doğa Tanrı!
Birinci tip monizm insanlığı
doğanın üzerinde konumlandırır. İkinci tip monizm ise tam tersini yapar. Bu
monizmler arası düalizm, içkinleşme süreci ilerledikçe ortadan kalkar ve
kendini doğa-maddenin bir parçası kabul eden insan, materyalist monizme teslim
olur. Teslim olunan natüralist materyalist monizm insan hayatının bütün alanlarında
etkisini gösterecektir. Ekonomik alan hızla içkinleştirilir. Ekonomi, değerden
arındırılmış, kendi kendini tanımlayan, herhangi bir ahlaki ya da insani
kaygısı olmayan içkin bir alan haline gelir. Bu durum insan faaliyetlerinin
diğer alanlarında da tekrarlanır.
Siyasi alanda devlet, dini ve
ahlaki bir temelde meşruiyet aramaz. Onun yerine kendisini değerden arındırır,
varlığı bizatihi haklılık sebebidir! Kendini doğrular, kendini referans alır,
kendine atıflar yapar.
Dünya düzeni, ekonomik, siyasi,
sosyal alanlarda kendini doğa-madde özellikleri ile donatan, içkin yasalar
barındıran, kendine atıfta bulunan faaliyet alanları ile çıkar insanın
karşısına. İnsanlık da aynı içkinleştirme sürecine (seküler, emperyalist,
monist) tabi tutulur. Buna göre birey, tatmin edilmesi gereken hazları bulunan,
emeği bir üretim aracı olarak kullanılabilen, ekonomik bir erkek-kadındır. Bir
üretim materyali olmasının yanında pazar olması sebebiyle de bir tüketim
materyalidir. (8)
İnsanı, devleti, ekonomiyi,
sosyal hayatı içkin bir monizm ile yapılandıran seküler paradigma çevreyi de
amaç eksenli dizayn etmelidir. Şehirler seküler emperyalist paradigmaya göre yeniden
kurulur. Geniş caddeler, devletin bireye kolayca tahakkümünü sağlamak için, üretimi
aksatmamak için ulaşımı kolaylaştırmak üzere yapılır. Hız ve haz üretimin en
önemli argümanıdır.
Özü itibariyle monist olan
seküler emperyalist tasavvur bütün dünyayı bir pazar olarak gördüğü için insanları
tektipleştirmenin peşindedir. Çeşitliliğin olduğu, birden çok moda ve akımın
yer aldığı bir piyasada pazar payı azalacaktır. Tek bir moda akımı, tek bir
yaşam standartı, dizayn edilmiş alışkanlıklar ve ihtiyaçlar egemenlerin
karlarını artıracak, üretim mekanizmalarını faal ve canlı tutacaktır. Bunun
için iklim, coğrafya dikkate alınmaksızın tek tip bir yaşam modeli üretilir. İnsanların
ihtiyaçları olmasa bile büyük evler satın alması, bu evlerde daha önceden belirlenmiş
ihtiyaç dışı materyallerin kullanılması sağlanır. Ortaasya ve Arap
coğrafyasının şartlarına göre dizayn edilmiş çadır ve halı-kilim yerine masa ve
sandalye pazarlanır. Klimalar, elektronik aletler, bilişim materyalleri en
temel ihtiyaçlar listesindedir. Geleneksel sanatlar bir kenara bırakılarak
dijital olarak üretilen tek tip ürünler kullanılmaya başlanır. Batılı paradigma
insanlardan kendi özgün kimliklerini terk etmelerini istemekte, farklılıklarını
yok ederek, sığ bir monizm dayatmaktadır.
Batı bu dayatmayı daha önce
burslarla üniversitelerinde eğittiği ve batının üstünlüğüne ikna ettiği
‘aydınlar’ eliyle gönüllü bir biçimde yaptırmaktadır. İslami muhalif akımlar
bile batının seküler materyalist ilerlemeciliğini kendisi için hedef olarak
belirlemekte, batı karşıtı bir batıcılıkla var olmakta mahsur görmemektedir.
Tanrısız
Bir Dünyada Seküler Bir Kavram: Hümanizm
Batılı epistemolojik paradigma
evrenin merkezinin, evrenin dışında değil kendi içinde var olduğunu söyler. Bu
bakışa göre Tanrı hiç var olmamıştır, var olmuşsa bile insan ile hiçbir
ilişkisi bulunmamaktadır. Böylece yaratıcı-yaratılan düalizmi ortadan
kaldırılarak insan – tabiat monizmi meşrulaştırılır. Başka bir deyişle
geleneksel aşkınlık metafiziği yerine içkinlik metafiziği monte edilir. Bu
dünya görüşü karşımıza Hümanizm adıyla başka bir kavram çıkarır.
Hümanizm, evrenin merkezine Tanrı
yerine insanı yerleştirir. İnsanı merkezileştiren düalizmi reddeden,
materyalist monizme rıza gösteren bir sistemdir bu. Bunun anlamı insan ve doğa
fenomenlerinin bir bütün olduğu ve her ikisinin de aynı yasalara aynı derecede
bağlı olduğudur.
İnsanlık ile doğa arasında fark
görmeyen, bilim ve bilginin kutsandığı materyalist monist seküler epistemolojik
düzen insanlara; dünyada tek bir hukuk, tek bir kültür, tek bir insanlık olduğunu
dayatır. Bugün içinde yaşadığımız (hala) çok kültürlü, çok hukuklu, çokça özgün
insanlık, onlara göre doğal düzeninden sapmıştır ve bu sapma giderilerek tekli
bir düzen yeniden kurulmalıdır! Bu anlayış aşkınlık metafiziğinin nihai ölümü,
içkinlik metafiziğinin nihai zaferi anlamına gelmektedir.
Epistemolojik paradigmasını
seküler, hümanist, emperyalist bir düzleme oturtan sistem ahlaki anlamda da
teorisini geliştirecektir. Bu teoriye göre; kutsal, mutlak ya da teleolojik
olan hiçbir şey yoktur. İnsanın bu dünyada varoluşunun amacı evren üzerinde tam
kontrolü, doğaya hâkimiyeti, doğal kaynakları maksimum düzeyde kullanmayı
sağlayacak bilgi birikimi gerçekleştirmektir. (9)
Tanrıyı öldüren, insanın tanrı
tarafından onurlandırıldığını reddeden bu görüş insanı bir nesneye, maddi bir
varlığa dönüştürür. Hiçbir nesnenin, hiçbir maddenin ahlak yasaları olamayacağı
gibi kutsalı da olmayacaktır. O halde insanın ve hayatın amacı ne pahasına
olursa olsun üretmek, tüketmek, kar elde etmek ve haz sağlamaktır.
Yukarıda bahsettiğimiz seküler
emperyalist paradigmanın dünyayı taşıdığı yer bütün boyutlarıyla bir krizdir.
Bu kriz ilerleme metaforunun arkasına gizlenerek bütün insanlığı kuşatmıştır.
Pornografi, çevre kirliliği,
savaşlar ve her türlü silahlanma, insanlığın içine savrulduğu psikolojik ve
ahlaki sorunlar, bedeli hiçbir üretim materyali ile ödenemeyecek boyutta büyük
bir yıkım bırakmıştır. Bu yıkım ve krizin aşılması elbette mümkündür ancak
bunun için gerek İslam dünyasından gerekse Batı içinden muhalif seslerin
kültür, tarih, siyaset, ekonomi, dünya, ahlak ve insan üzerine bütün kavramları
yeniden tanımlamaları ve insana dair temel değerleri yeniden inşa etmeleri
gerekmektedir. Bunun için de kapsamlı bir alternatif teoriye, materyalizm
karşıtı bir kategoriye, alternatif bir bilim, din, tarih, kültür sosyolojisine
ve süreklilik arz eden bir düşünme eylemine ihtiyaç bulunmaktadır. (10)
(*) Kalemin
Dansı Göstergenin Oyunu (Seküler Emperyalist Epistemoloji) – Abdülvahab M.
El-Messiri / Mahya Yayıncılık-2021
1.
A.g.e. Sayfa 11
2.
A.g.e. Sayfa 12-15
3.
A.g.e. Sayfa 16-17
4.
A.g.e. Sayfa 18-20
5.
A.g.e. Sayfa 21-25
6.
A.g.e. Sayfa 28-29
7.
A.g.e. Sayfa 30-31
8.
A.g.e. Sayfa 34-36
9.
A.g.e. Sayfa 106
10. A.g.e.
Sayfa 149-155
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder